Mustafa
Tekrar izleyeceğim. Satışa çıktığında dvd’sini de alırım. Yorum yapmayacağım, ama “Mustafa” hakkında şunu söylemesem olmaz: Bu film bir dönüm noktasıdır! Hem de sinema değil, komple yakın tarihimize bakışımız açısından…
Film, cumhuriyetimizin 85. yılında vizyona girdi. İlk gösterimden çıkanların suratlarına bakınca iyice merak ettim filmi. Kimdi peki böyle şaşıranlar? Birkaç sosyal demokrat fotokopisi ile, içi yazılmış konuşma balonlarını tepelerinde gezdiren çizgi roman güzelleri!.. Dedim ki kendime; bir an evvel gör bu filmi!
Bu ülkede, Atatürk sevgisi en son sorgulanacak kalemlerden biri olan Can Dündar’ı sövmeye kimsenin dili yanaşamaz!.. Can Dündar açılmakta geç kalınmış bir kapıyı araladı; eli kalem tutan çok kişinin korkudan yapamadığı veya kasten yapmadığı bir işi yaptı!.. Böylece Can Dündar, senaryosunu yazıp yönettiği “Mustafa” filmiyle; “geçmişe ve geleceğe objektif bakabilme” konusunda tarihe geçti. İstemeyen kabul etmesin!
Şimdilik kendi aralarında homurdananlar; yakında onu aforoz etmeye ya da bu filmini görmezden gelmeye çalışabilir. Başarabilirler mi bilemiyorum… Bir kısmının hayal ettiği tiraj kadar Can Dündar’ın şahsi sitesine girip çıkan var…
Aslında soru şu: Can Dündar neden yaptı böyle bir filmi?
Cevabını da açıkça söylüyor adam: O’nun bir beton heykel olmadığını anlatmaya çalışıyor; zaaflarıyla, korkularıyla Atatürk’ün de bir “insan” olduğunu anlatmak istedik, diyor…
İzlerken en az şaşıranlardan biri olduğum halde; hiç karşılaşmadığım görüntüler ve hiç duymadığım hadiseler vardı filmde açıkçası. Fakat çok olayın sadece başlığı verilmiş.
Birkaç ekran gülü çalçenenin, konuşmak için neler biriktirdiği önemli değil; bu film bir dönüm noktasıdır! Zaman içinde yükselecek seslerle film tartışılacaktır da! Bazıları “aman ha çocuklarımız izlemesin” bile diyecektir!
Aslında bütün bunların cevabı “zihinlerdeki Atatürk imajının dondurulma şekli”dir.
İşte başa döndük; zaten Can Dündar’ın da bu filmle dokunmak istediği nokta işte tam burasıdır!
Bu çok önemli bir konudur…
Filmi izlemeyenler lütfen film (içeriği) hakkında yorum yazmasınlar…
İzleyenler ise Atatürk’ü sevmek veya hatırasını korumak anlamında Can Dündar’a kötü söz söylemesinler.
(Böyle yazanların yorumlarını ya siler veya kırparak okunmaya açarım!)
İzleyip yorum yapmak isteyenlerden şunu beklerim:
Bu filmde, kendilerini en fazla şaşırtan… Veya ilk defa duydukları… Veya en önemli gördükleri kısmı (mümkün olduğu kadar kendi yorumlarını katmadan) bizlerle paylaşsınlar…
Ve lütfen bir mesajda filmin bütününü değil; her mesaja sadece bir tek madde/konu yazsınlar…
M.E.
Bu sabah birileriyle tartıştık; “Mustafa filminde Atatürk’ü kötülüyorlarmış” dedi.
Kızdım ona, ve:
“SEN CAN DÜNDAR’IN KİM OLDUĞUNU BİLİYOR MUSUN DA ONUN ATATÜRK HAKKINDA YALAN YANLIŞ İŞ YAPACAĞINI ZANNEDİYORSUN” dedim…
Ne can Dündar’ı tanıyor, ne filmi izlemiş biri nasıl konuşur bu film hakkında?..
“O ZAMAN BELLİ Kİ ATATÜRK’Ü TANIMIYORSUN” dedim…
Biz ki 10 Kasımlarda;
“Yıl otuzsekiz, on kasım perşembe,
Hatırdan çıkmayacak bir sonbahaar,
Sarsılıyor İstanbul yedi tepe,
Yamaan esmiş dolmabahçede rüzgar…
Gerçek olmaaz, olmaz olsa olsa bir düş,
Dokuzu beş geçe ATATÜRK ölmüş,
Böyle toptaaan bir yas nerde görülmüş,
Ağlıyor dağlarda kurtlaar kuşlar”
..şiirlerini ağlaya ağlaya okuyarak büyüdük…
Geç kaldım, bana yakışmaz biliyorum ama ben de izlemedim filmi, onun için yoruma ismimi yazmadım.
İzleyeceğim “MUSTAFA”yı, ayakta alkışlayacağım sevgili CAN DÜNDAR’ı ve asıl duygularımı işte o zaman yazacağım…
İZLEYECEĞİM
ATATÜRK’ü çoookkkk seviyorum.
Bir Yuanan’ın, bir İngiliz’in, bir Fransızın çocuğu olmadığım için öncelikle Allah’a şükrediyor, Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK’e de şükranlarımı ve dualarımı yolluyorum.
Mekanın cennet olsun sevgili ATAM.
Tarihinde dünyaya şan vermiş nice şanlı Patişahlarımıza dil uzatanlar, sana da uzatır. Tarihi olmayan milletler tarihleriyle övünürken, biz şanlı tarihimize, liderlerimize, patişahlarımıza böyle dil uzatırız!
Acaba [bazılarımızın] damarlarımızdaki asil kana dışardan başka kanlar mı enjekte edildi de asaleti kalmadı!
(Ben de izlemedim filmi, ama en kısa zamanda izleyeceğim…)
AKIN
Filmin yayına girdiğini ilk duyduğumda, izlemem gerektiğini düşünmüştüm. Sizin de tavsiyenizden sonra, mutlaka görmem gerektiğini düşünüyorum. Bilgi için teşekkürler…
SULTAN GÜL
Haftasonu eşimle birlikte gittik Mustafa filmine.
Çok endişe etmiştim sinemada filmi izlerken (acaba çıkınca neler olacak) diye. Fakat çıktık başka bir şey oldu: Yıllardır süren tartışmalarımız vardı, bitiverdi!
Şaştım kaldım… Hatta başka konularda bile hiç tartışmadık o günden beri…
Film hakkında ise yorum yapmak istemiyorum…
Başkaları yapar/yapacak zaten…
S.G.M.
Hürriyet Gazetesi’nden Yılmaz Özdil’in yazısını okumayanlar vardır. Aşağıya ekliyorum…
MUSTAFA’YA GİTTİM
Sarhoş.
Kafayı bulunca ağlayan…
Hoyrat.
Soğuk.
Kalpsiz.
Çevresine eziyet eden…
İtiraz edeni asan…
Arkadaşlarını satan…
Goygoycuların dolduruşuna gelen…
Milletten bihaber.
Hatta milleti küçümseyen…
Alay eden.
Hesabını kitabını bilmeyen…
Batı hayranı.
Sefa düşkünü.
O balo senin…
Bu balo benim, gezen.
Zampara.
Cephede bile karı-kız düşünen…
Savaşmadığı için sıkılan…
Ordu varken, çete kurmaya kalkan…
Devrimleri intikam için yapan…
Dinsiz.
Kendi heykellerini diktiren…
Megaloman.
Bencil.
Günde 3 paket sigara içen.
Usul usul intihar eden…
Psikolojik bunalımda…
Yalnız.
Çaresiz.
Basiretsiz.
Zavallı bir adam.
*
Mustafa’daki Mustafa bu.
*
Anafartalar 1 saniye.
İşgal 2 saniye.
Tası tarağı toplayıp kaçmak için, sığır sürüsünün çıkardığı toz bulutundan bile tırsan… Sığır sürüsüyle düşman ordusunu ayırt etmekten aciz biri… Başkomutanlık meydan muharebesi desen… Taktiğini falan başkasından araklamış zaten.
*
Hak edilmiş bence Oscar…
En azından Nobel.
(YILMAZ ÖZDİL – 4 Kasım 2008 Hürriyet)
Türkiye Gazetesi’nden Yavuz Bülent Bakiler’in son yazısını da ekliyorum, bağlantılı olarak…
MUSTAFA -1-
Can Dündar, Atatürk’ü anlatan bir film hazırlamış: İsmi: MUSTAFA. Ben o filmi henüz görmedim; ama mutlaka gitmek ve görmek istiyorum. Can Dündar’ı, bir TV programında dinledim. Diyordu ki: “Ben bu filmle insan Atatürk’ü anlatmak istedim!”
2008 yılında, Türkiye’-)e “insan Atatürk’ü” anlatmak kolay değildir. Bazan, dağları devirmek kadar zor bir iştir. Atatürk üzerine yazılan seksen kitab okuduğum, Atatürk’ü biraz tanıdığım için böyle yazıyor; böyle düşünüyorum. Çünkü Türkiye’-)e, bazı çok etkili ve çok yetkili kimselerin ve çevrelerin “insan Atatürk’ü” dinlemeye ve dinletmeye tahammülleri yokkur. Onlar, milletimizin karşısına, hep bir, “ilâh Atatürk” koymuşlardır. Bu çok yanlış bir uygulamadır.
21. yüzyılda, Atatürk konusunda, artık biz de, daha doğru, daha medenî ölçüler içerisinde düşünmek, yazmak, konuşmak mecburiyetindeyiz. Meselâ ben, bir kimsenin, akla, mantığa, müsbet ilimlere dayanarak, Atatürk’ü saatlerce tenkid etmesine katlanabilirim. Hatta o kişiyi zevkle dinleyebilirim Ama aynı kimsenin, Atatürk’e birkaç kelimeyle hakâret etmesine tahammül edemem. Atatürk konusunda, devletimizin resmî görüşüne de katiyyen katılamam. Devletimiz “insan Atatürk” yerine, çok yanlış, çok lüzumsuz bir inatla, bize “ilâh Atatürk” dayatmasında bulunduğu için, Atatürk’e devletimizin gözüyle bakamam. Çünkü aziz devletimiz, bizzat içinde bulunduğum bazı resmî törenlerde, yüzlerce kişiyi bağırta bağırta, Atatürk’ü şöyle anlatıyordu:
“1- Atatürk en büyük insandır! 2- Atatürk en büyük Türk’tür! 3- Atatürk en büyük kumandandır! 4- Atatürk en büyük dâhidir! 5- Atatürk en büyük öğretmendir! 6- Atatürk en büyük inkılâpçıdır! 7- Atatürk en büyük teşkilatçıdır! 8- Atatürk en büyük liderdir! 9- Atatürk en büyük devlet adamıdır! 10- Atatürk en büyük siyaset adamıdır!”
Oldu mu şimdi? Beğendiniz mi? Doğrusu, Atatürk bu 10 tesbitin hiçbirisinde yoktur. Yoktur, çünkü dünya yaratıldı yaratılalı, bu on özelliği kendi bünyesinde toplayan bir kimse, daha anasından doğmamıştır. Acaba bu 10 maddenin başındaki (en) zamirlerini kaldırarak Atatürk’ü anlatsak ne olur? “Olmaaaaaz!” O zaman karşımıza “insan Atatürk” çıkar diyenler var.
Beş-on mankafa, beş-on ruhsuz, köksüz, imansız dışında kimseye “ilâh Atatürk’ü” sevdiremeyiz, kabul ettiremeyiz! Bu yanlıştan, vazgeçmeliyiz. Bize, “insan Atatürk’ü” tanıtmaya ve sevdirmeye
çalışan Can Dündar’ı tebrik ediyorum.
(YAVUZ BÜLENT BÂKİLER – 03 Kasım 2008 Türkiye)
Filmde Mustafa’nın (yani Atatürk’ün) abisinden bahsediliyor.
Adı Ahmet’miş.
Üç yaşlarında ölüyor, sahile kuma gömüyorlar ve çakallar çıkarıp cesedi yiyor!
Bir bebek neden öylesine üstü örtülüp bırakılır ki kumda? Anlamadım orayı…
Ve anlamadığım bir de şu var:
Hayatımız boyunca bütün kitaplarda Atatürk’ün (birlikte karga kovaladığı) tek kız kardeşi olduğunu (Makbule) okuduk/okudu herkes…
4 sene önce ikinci kız kardeşi (Naciye) girdi bütün ders kitaplarına…
Şimdi bu filmde bir de Ahmet çıktı!..
Bu güne kadar hayatımızın her gününe, her saatine girmiş bulunan Atatürk’ün ikinci kız kardeşini duymak için neden 80 yıl bekletildik?..
Ve erkek kardeşini duymak için neden ayrıca 5 yıl bekledik?
Eminim artık, bu film gerçekten daha çook tartışılacak, çok!..
SDT
Ben de bu aralar çok duymaya başladım. Açıkçası önce Atatürk aklıma gelmedi. Sonra Atatürk hakkında olduğunu öğrendim ve tarihte okuduklarım herhalde, diye geçiştirdim. Şimdi farklı olduğunu duyuyorum.
En kısa zamanda izleyeceğim inşallah. Teşekkürler…
PERİHEL GÜNEŞ
Onlar, milletimizin karşısına, hep bir, (Bakiler’in dediği gibi) “ilâh Atatürk” koymuşlardır. Bu çok yanlış bir uygulamadır.
Bize, “insan Atatürk’ü” tanıtmaya ve sevdirmeye
çalışan Can Dündar’ı tebrik ediyorum.
AYŞE ÇELİK
Öyle bir ülke düşünün ki, bir insanı makul çerçeve dahilinde değil tahlil etmek ifade etmek dahi afaroz edilmenize sebep…
Hem de kanun zoruyla, bu orta çağın bir avrupa ülkesi değil günümüz türkiyesi…
SONSUZ GELECEK
Yıllar yılı kafalarımıza vurula vurula Atatürk hakkında yarım-yamalak ve hep başkalarının tırnak içindeki düşüncelerini içeren betimlemeleri okumak ve öğrenmek zorunda bırakıldık. Hiçbirimize Atatürk’ün de bizim gibi etten kemikten bir insan olduğu gerçeğini görme ve söyleme imkanı tanınmadı ne yazık ki… Ne söyledilerse boyun eğmek zorunda bırakıldık.
Ama bu filmde sevgili Can Dündar, gerçekleri bir bir gözümüzün önüne seriverdi… Filmi izleyince gördük ki Atatürk de bizim gibi bir insanmış… O’nun da kendince sevinçleri, üzüntüleri, kaygıları, doğruları, yanlışları, korkuları, özlemleri varmış…
Sanki unutturulacağını biliyormuş gibi her fırsatta “Beni Hatırlayınız” demesi boşuna değilmiş…
Filmin sonunda beni en çok etkileyen şey, Atatürk’ün yalnızlığı oldu…
Evet tüm dünyada tanınıyordu, tüm Türk halkının yüreği O’nunla birlikte atıyordu ama ölüm döşeğinde, elini sevgiyle avuçlarının içine alıp başucunda bekleyecek, gözlerinin içine sevgiyle bakıp umut verecek ne bir eşi ne de çocukları vardı…
Gerçekten yalnızdı…
Herkesin bu filmi mutlaka izlemesi gerektiğini düşünüyorum. İlahlaştırılmaya çalışılmış Atatürk’ü değil de gerçek bir insan olan Atatürk’ü görüp tanımak için, herkesi bu filmi izlemeye davet ediyorum.
Yıllarca süren bir araştırma ve emeğin sonunda tüm tabuları yıkarak gerçekleri gözlerimizin önüne seren sevgili Can Dündar’a gönülden teşekkür ediyor ve candan kutluyorum.
SAADET GÖKÇE
Can Dündar sponsoruyla ilgili geniş bilgi vermiş de! Sevgili ATAMIZLA ilgili bu belgeseli hazırlarken hangi kaynaklara baş vurmuş? Onları da açıklasa da kamuoyunu aydınlatmış olsa. Bu arada ATATÜRK’ün çocukluğunu oynayacak TÜRK çocuğu kalmamış da, Kurtuluş savaşında ülkemi kuşatmaya gelen, Mehmet’ime kurşun sıkan Yunan çocuğuna mı kalmış!!!
AKIN
Can Dündar’ın “Zorunlu bir açıklama” yazısını da ekliyoruz… (SİTE)
———–
ZORUNLU BİR AÇIKLAMA
“Mustafa” dün vizyona girdi.
Ama gün boyu bunun keyfini sürmek yerine “filmin sponsoru”na dair sorularla uğraşmak zorunda kaldım.
İş dallanıp budaklanınca “En iyisi her şeyi bütün açıklığıyla anlatmak” diye düşünerek bu yazıyı yazmaya karar verdim.
Kişisel bir mevzu gibi görünürse kusura bakmayın.
SON DAKİKADA…
Turkcell Genel Müdürü Süreyya Ciliv’le bir uçak yolculuğu sırasında tesadüfen tanışmıştım. Belgesellerimi ilgiyle izlediğini söylemişti.
“Mustafa” henüz tamamlanmadan filme bir sponsor arayışı gündeme gelince kendisine bu konuyla ilgilenip ilgilenmeyeceğini sordum. Atatürk’e olan büyük saygı ve hayranlığından söz edip derhal kabul etti.
Turkcell yetkilileri de projenin heyecanı içine girdiler.
Şirketin logosuyla afişler basıldı; fragmanlar sinemalara dağıtıldı. Savarona’da yapılacak bir basın toplantısıyla projenin duyurulması kararlaştırıldı.
O ana kadar ilişkiler karşılıklı güven esasına dayalı gittiği için henüz ne bir sözleşme imzalamıştık, ne bir kuruşluk destek almıştık.
Basın toplantısına birkaç gün kala, Turkcell filmin içeriğiyle ilgili bilgi istedi.
Hemen bir toplantı yaptık. Onlara filmi anlattım. Hatta bitmemiş filmin hazır olan sahnelerinden birkaç örnek gösterdim.
Ve filmde verdiğimiz bazı bilgilerin onları yadırgattığını fark ettim.
Film, Atatürk’ün imza attığı büyük devrimi belgelemekle birlikte özel hayatına da giriyor, sofrasından, yalnızlığından dem vuruyor, dinin toplumsal hayattan tasfiye edilmesi gereğine ilişkin radikal görüşlerine yer veriyordu.
UZUN TARTIŞMALAR
“Acaba bunlardan bahsetmek zorunlu muydu?”
Bu soru ile yıllardır o kadar çok karşılaşmıştım ki…
Bir lider portresinde onun hayatının bütün unsurlarının yeralması gerektiğini anlattım uzun uzun… Konu Atatürk olunca daha fazla hassasiyet gösterilmesi gerektiğini anladığımı, ama anlatılanlarda Atatürk adına gocunulacak bir şey olmadığını, tersine onun daha iyi anlaşılmasına yardımcı olacağını söyledim.
Turkcell ise oradaki mesajların yanlış anlaşılmasından, Atatürk üzerine bir spekülasyon açılmasından endişeleniyordu. Bu tartışmaların Atatürk’e zarar vermesinden, inanç sahibi insanları rencide edebilecek yanlış anlamalara yol açmasından kuşkulanıyorlardı.
Aynı kaygıları benim de taşıdığımı, böyle olmasın diye de azami dikkati gösterdiğimi, ele aldığım her konuyu belgelendirdiğimi anlattım.
7 saatlik bir toplantı sonunda hem Atatürk’e asla zarar vermemek, hem de onu gizlememek esasında anlaştık.
“BİZ VAZGEÇTİK”
Ancak ertesi günkü (daha geniş katılımlı ve daha uzun) toplantıda konu biraz daha derinleşti. Çıkacak filmin, Turkcell’in beklentileriyle tam çakışmayacağı gibi bir izlenim oluştu.
Ertesi gün de (basın toplantısına 24 saat kala) Turkcell’den (hem de bana da değil, büroma) “Biz vazgeçtik” notu iletildi.
Elbette haklarıydı. Ama afişler asılmış, fragmanlar sinemalarda dönmeye başlamış, basın toplantısı için bütün gazetelere davetiyeler gitmişti.
Afişleri asmadan güven esası içinde (biraz da acemilikten) bir sözleşme de yapmadığımızdan zor durumda kalmıştık.
“Sağlık olsun”dan başka diyecek bir şey yoktu.
Öyle dedik; geçtik.
Basın toplantısını iptal ettik. Afişleri, fragmanları tek tek sinemalardan toplattık.
Turkcell bir süre sonra “Afiş ve fragmanlar yüzünden üstlendiğiniz zararı biz karşılamak isteriz” dedi.
Üstlendiler. Konu kapandı.
SABANCI
Yapımcımız NTV’nin desteğiyle filmi bitirdik.
Artık bir projeden değil, bitmiş bir eserden söz ediyorduk ve yapmaya çalıştığımız şeyi anlatmam gerekmiyordu; göstermem yeterliydi.
Filmden Güler Sabancı’ya söz ettim. Hemen ilgilendi. “Mustafa”yı ilk kez Sabancı grubunun yetkilileri izledi. Beğendiler.
Ve birkaç gün içinde “Biz varız” dediler.
Böylece film, Sabancı’nın sponsorluğunda vizyona girdi.
FİLM AYRI, KAHRAMAN AYRI
Bütün bunlarla sizi meşgul etmemin amacı, hem “Mustafa”yı bu tartışmaların, hem kendimi mesnetsiz iddiaların dışında tutmaktı.
Son söz olarak şunu yazmak isterim:
Bir filme verilen desteğin filmin kahramanına verilmiş sayılması kadar, verilmeyen desteğin ona karşı tavır olarak algılanması da hata olur.
Atatürk’ü başka bir filmin kahramanıyla ya da bir reklam karakteriyle kıyaslamak da ona zarar verir.
Atatürk’ü yaptıklarıyla, yaşadıklarıyla, söyledikleriyle tartışalım, ama lütfen onu bu polemiklerin dışında tutmaya özen gösterelim.
(CAN DÜNDAR – 30.10.2008)
Takvim Gazetesi’nde Savaş Ay’ın yazdığı yazı…
————-
HADİ CAN DÜNDAR’I ÇARMIHA GERELİM
Kendi bahçesinde dal budak olamamış adamların başka bahçelerde ağaçlık taslaması ne matrak. Olayı bir sinema filmi eleştirisinden öte, bir medyatik recm haline getirenler Can Dündar’a ve “Mustafa” filmine demediklerini bırakmıyor baksanıza. Hayatları boyunca bine bir bile katamamış, üreticiyaratıcı tek bir fikir çıkarmamış kişiler vur ha vur gidiyor Dündar’a.
CEZA BÜYÜK OLMALI
Bu beyler ve hanımların çoğu, bırakın filmde de ortaya çıkan “insani” taraflarını, ilkeleri, mücadelesi, inançlarını bile yüzeysel bilirler Atatürk’ün.
Onları da muhtemelen ilk mektep sıralarında ‘örtmen’ kafalarına kaktığı için öğrenmişlerdir. Ama her mikrofon uzatılan, her altına “köşe” çekilen, her ağzı olan konuşuyor, yazıyor, çoğu da kezzap saçıyor durmadan.
Memleketimizde hiçbir başarı cezasız kalmaz biliyoruz. Ama Can Dündar mademki “çok büyük bir adam” hakkında böyle bir filmi akıl edip, kotarmak başarısına erişti, onun cezası çok daha büyük olmalı.
İŞTE YOLLAR YÖNTEMLER
O zaman hadi;
– Can Dündar’ı çarmıha gerelim…
– İğneli fıçıya atalım…
– Yüzüne demir maske takıp güneş altında bırakalım…
– Başına kadar kuma gömüp çöl ortasına terk edelim…
– Kollarını bacaklarını kırk katıra bağlayıp “DEEEH” çekelim…
– Kollarını bacaklarını kırk satırla lime lime edelim…
– Kamyonet arkasına bağlayıp yerde sürüyelim…
– Falakaya yatırıp yaralanmış tabanlarına tuz sürelim. Keçi getirip yalatalım…
– Kediyle aynı çuvala sokup dışardan zoppayla vuralım…
– İşkence direğine bağlayıp karşıdan ok, balta, mızrak filan atalım…
– Bi kaç yerini kanatıp jawslarla dolu açık bi denize bırakalım…
– Filistin askısına asıp sonra domuz bağı yapalım…
– Ağzından midesine hortum sokup kompresör marifetiyle tazyikli hava verelim…
– Ya da hepsinden daha elim ve daha vahim olmak üzere Türk Medyasının eline bırakalım.
(SAVAŞ AY-Takvim)
Gittim Mustafa filmine…
Bilmediğim tek konu savaşta sol gözünde oluşan görme sorunu idi…
Onun haricinde hiç bir şey yoktu bilmediğim, okumadığım…
“İlahlaştırılmaya çalışılması”nın nihayete ermesi önemli…
Üzüldüğüm yerler de oldu Atatürk’ün söylevlerinde… Günahı sevabı ile yaşanmş bir hayat… Ama hep yanlız bırakmış ruhunu ve maneviyatsız kalmış gördüm…
O bizim Atatürk’ümüz, ve gurur duyuyoruz…
Vuku bulandan -yapıtlardan herkes memnun olacak yada memnuniyetsiz olcak diye de bir kural yoktur…
Sevgimle…
H.E.
“MUSTAFA” HAKKINDA HERŞEY
Mustafa Kemal’i anlatan filmi anmak için attım bu başlığı. Çünkü büyük kurtarıcının o kadar bilinmedik tarafı, yaşanmışlıkları, duyguları var ki. Mustafa filmi işte onlardan iri kıyım bir bölümünü getirip gözümüzün önüne seriveriyor.
O DA ACI ÇEKTİ
Görüyoruz ki o da bizim gibi, bizden biri gibi. Onun da korkuları, endişeleri, şaşkınlıkları, yanlışları, eğrileri, doğruları ve belki bizden fazladan pek çok muhteşemlikleri var. Can Dündar’ın anlatımıyla “Bizim gibi acı çeken, uykusuzluk sorunu yaşayan, yetim kalmış, İstanbul’un gece hayatını görünce dersleri sermiş. Rakı içen, yürekler yakan bir adamın çok daha sıcak, bize dokunan, içselleştirebileceğimiz bir lider. Biz zaman içinde Atatürk’ü herkes sevsin diye biraz oraları yontmuşuz.
Görmezden gelmeye çalışmışız.
TABULAR YIKILIRKEN
Çanakkale zaferi gibi ortak paydada yoğunlaşmışız ama laiklik konusunda da ne düşünüyor, din meselesinde ne düşünüyor, Hazret-i Muhammed konusunda ne düşünüyor? Oralara hiç girmemeye çalışmışız. Kadınların başörtüsü ve Kürt meselesi hakkında yazıları var mesela. Filmin içinde herkesin hoşlanacağı ve rahatsız olacağı bölümler olabilir.”
Ne güzel bir yaklaşım nasıl da tabu kıran bir anlayış değil mi?
29 Ekim’iniz kutlu olsun, mutlu olsun sevgiyle kalın
(SAVAŞ AY-TAKVİM)
Can Dündar’dan iddialara yanıt verdi…
“Mustafa” belgeseli ile son günlere damgasını vuran Can Dündar, eleştirileri yanıtladı.
Abbas Güçlü’nün hazırlayıp sunduğu Kanal D’deki Genç Bakış isimli programa konuk olan Can Dündar, belgeselin bu kadar fazla eleştirilmesinin sebeplerini açıklarken, kimi eleştirilerin ‘eski hesaplaşma’ olduğunu söyledi.
İşte Can Dündar’ın açıklamalarından satır başları:
KABUL EDİYORUM Kİ MAKSADINI AŞAN BİR CÜMLE OLDU
Atatürk’ün laikliği ilanının anlatıldığı sırada kullandığım; intikam ifadesi maksadını aşan bir cümle oldu. Keşke koymasaydım dedim. Çocukken hocasından yediği dayak O’nda bir kırılma noktası olduğu için böyle bir şey kullandım. Aslında çok masumane bir şey ifade etmek istemiştim.
ATATÜRK’Ü BİZDEN GİZLİYORLAR
Atatürk’ü bizden gizliyorlar. Kürtlerle ilgili filmde söylediğim şey Türk Tarih Kurumu’nun bastığı kitapta yok. Eğer Atatürk’ün böyle bir vizyonu varsa bu hangi hakla bizden gizleniyor?
BEN MUHAFAZAKAR BİR ATATÜRK YORUMCUSU DEĞİLİM
Deniz Baykal’ın tepkisi bu filmi AKP değil de CHP’nin iktidar olduğu bir zaman yapsaydım nasıl bir tepki alacağımı gösteriyor. Çünkü ben muhafazakar bir Atatürk yorumcusu değilim. Eğen ben CHP lideri olsaydım Atatürk’ün Nutuk’taki; ” Bizim programımız CHP programıdır sözü herkesçe biliniyor olurdu. Baykal eleştirisinde Ergenekon bağı da kurdu. Ama ne dediğini anlamadım ben.
BU FİLMİ YAPMANIN TAM ZAMANIYDI
Bence tam zamanıydı. Oğlum 10 Kasım’da benim çocukken okudğum şiiri okuyacak. Bu ülkede Atatürk’e şiir bile yazılmıyor. Bu nedenle yeni bir söyleme ihtiyaç vardı.
ELEŞTİRİLERİN BAZISI ESKİ HESAPLAŞMA
Eleştirileri saygıyla okudum. Olumsuz eleştirileri ikiye ayırıyorum. Bazıları eski hesaplaşmalar, bazıları ise “O niye yapıyor, ben yapmıyorum” düşüncesi. Ama en çok can yakan eleştiriler para ile ilgili olanlar.
ATATÜRK’Ü İÇİMİZDE YAŞATMANIN BİR FAYDASI YOK
Atatürk’ü çok sevmiş, konuşmuş ama O’nun için hiçbir şey yapmamışız. Atatürk’ü sahiplenen çevrelere soruyorum; 70. yıldayız bugüne kadar Atatürk için neden bir şey yapılmadı? Atatürk’ü içimizde yaşatmanın bize de Atatürk’e de bir faydası yok.
ATATÜRK’ÜN SAKLAYACAK BİRŞEYİ YOK
Rakı içiyor oluşu Atatürk’ün devrimlerini gölgeleyecek bir şey değil. Kaldı ki filmde sofraların mektep özelliği veriliyor. Ben filmi izleyenlerin alkolik olduğu mesajını alacağını düşünmüyorum.
Atatürk’ün saklayacak bir şeyi yok. Bu bizim kendi kendimize yarattığımız korkular.
ATATÜRK BİZİM OKUDUĞUMUZ DÖNEMDE OKUSAYDI ŞU AN İÇERİDE OLURDU
Atatürk eğer bizim dönemimizde okuyor olsaydı, şu an içeride olurdu. Bugün gençlere yasakladığımız ne varsa, Atatürk’ün hayatında o var. Atatürk’ün Cumhuriyeti kurarken yaptıkları bugün O’nun kurduğu cumhuriyette yasaklanıyor.
12 EYLÜL’DE NUTUK BİR İŞKENCE ARACI OLARAK KULLANILDI
Askerde bitap düşene kadar, Atam artık yeter diyene kadar “Atatürk en büyük lider!” diye bağırdık. Bu Atatürk’e, O’nu benimsetmeye yakışır bir yöntem olabilir mi? Bu ülkede Atatürk adına darbeler yapıldı, 12 Eylül döneminde Nutuk bir işkence aracı olarak kullanıldı. Bunlar olsa olsa Atatürk’ten soğutur; ki öyle oluyor.
ÇEVRESİ ATATÜRK’E KARŞI VEFASIZDI
Çevresi Atatürk’ e karşı vefasızdı. Atatürk kendine ihanet edenler olduğunu düşünüyor. Hiçbir lider kendine ihanet edeni affetmez. Kaldı ki Atatürk affetmiştir de.
CORİNNE’E MEKTUPLAR
Bir liderin cepheden aşk mektubu yazmasından güzel ne olabilir. Bu neden insanları rahatsız ediyor.
MUM ALACAK PARALARI BİLE YOKTU
Atatürk; “Ben karanlıkta yatamam çocuk.” diyor. Karanlıktan korktuğunu söylemiyor filmde. Benim o sahneyi koymamamın amacı o dönem mum alacak paralarının bile olmadığını anlatmaktı. Eğer buradan Atatürk’e korkak denildiği imajı çıkıyorsa bunda kötü niyet var demektir.
(6 11 2008 – Milliyet)
Sevgili Muammer abi; gazetemiz Türkiye’den, önce Sn. Yavuz Bülent Bakiler’in, daha sonra da sizin yazdıklarınızı okudum. Dün de hanımla dolaşırken, Nazlı ilimize bu filmin geleceği ve de biletlerin şimdiden satıldığını afişlerden ve gazete küpürlerinden öğrendik. Gece de bir tv. programında canlı yayında, Can Dündar’ı izlerken uyuyakalmışım…
Hayırlısı bakalım… Önce bir izleyelim biz de, herhalde bir şeyler daha yazarız belki de…
Uyarıcı yazınızın dikkate alınması gerektiğini düşünüyor ve filmi izledikten sonra ilginç gelebilecek tespitlerimi sizlerle paylaşmak istiyorum.
Daha önce de Bab-ı ali yazarlarından Gürbüz Azak bey’in “Osmanlı paşası Mustafa Kemal…” yazısını okumuş ve bir başka bakış açısı yakalamıştım.
Selam ve saygılarımla;
KADİR ÇETİN
MUAMMER ABİ
37 YILLIK TECRÜBELİ BİR ÖĞRETMEN ÇOCUĞU, HEPSİ TÜRKİYE CUMHURİYETİ SINIRLARI VE KANUNLARI İÇİNDE OLAN BİR İLKOKUL, BİR ORTAOKUL, BİR LİSE VE BİR EĞİTİM FAKÜLTESİ BİTİRMİŞ ÖĞRENCİLERİNE KARŞI SORUMLU BİR ÖĞRETMEN, VE ÇOCUKLARINA GÖRE ÖRNEK BİR BABA OLARAK ŞUNU SÖYLEYEBİLİRİM:
FİLMİ GÖRMEK, CAN DÜNDARI GÖRMEK, MEDYAYI GÖRMEK BİR NOKTADAN SONRA ÇARE OLMUYOR. ÖNEMLİ OLAN KOMPOZİSYONUN BÜTÜNÜNÜ GÖRMEK. AMA NEYİ GÖRMEK İSTERSENİZ İSTEYİN GÖREBİLECEĞİNİZ ANCAK MÜSADE EDİLENİ KADARDIR. CAN DÜNDAR AYRICALIKLI OLDUĞU İÇİN SANKİ BİLİNMYENLERİ ORTAYA ÇIKARMIŞ DEĞİL, ASLINDA TÜRK MİLLETİNE YARDIMCI VE TERCUMAN OLDUĞUNU DÜŞÜNÜYORUM. FIRTINA KOPARANLARIN ASIL NİYETİ BAŞKA.
AMA YİNE DE FİLMİ HEM OKULUMDAKİ HEM DE EVİMDEKİ ÇOCUKLARIMA İZLETME KONUSUNDA MÜTEREDDİDİM…
HÜRMET İLE..
AYHAN ÖZBEK
Vatan Gazetesinden Tuna Kiremitçi’nin köşe yazısı:
————–
CAN
Güzel yurdumuzu yönetenler, genellikle halkı çocuk yerine koyar. Onların gözünde bazen sırtı sıvazlanacak, bazen de sopa gösterilecek birer çocuğuzdur.
Televizyonlar, bizi çocuk yerine koyar. Zekâ yaşımızı 11 civarında kabul eden dramlar ve komediler seyredip dururuz.
Gazeteler de bizi çocuk yerine koyar. Her şeyi zor anlayacağımızı düşünerek, her olayı basitleştirerek yazarlar.
Başbakan’ın nutuklarına, ders kitaplarına, eğitim müfredatına, reklâmlara, resmi tarih söylemlerine bakın:
Bir çocukla konuşur gibidirler.
Bunları hazırlayanların isteği, hep çocuk kalmamızdır. Çabuk heyecanlanan, düşünmeden konuşan, hemen unutan çocuklar…
“Mustafa” filmiyse bizi yetişkin, akıllı fikirli insanlar yerine koyuyor ve şöyle diyor: “Artık koskocaman insansın, anlattıklarımı dinle ve içinden istediklerini alıp kendi düşünsel sentezini yap.”
***
Bazı söyledikleri doğru değilmiş filmin. Olabilir. Bazı sahneler Atatürk’ü doğru yansıtmıyormuş. Olabilir. Yönetmenin ticari kaygısı varmış. Olabilir. Hatta filmin iyi bir film olmadığını bile düşünebiliriz (aramızda filmi sinemasal açıdan eleştirecek babayiğit var mı?).
Sonuçta bir kuldur filmi yapan. Hayatını bu işlere adamış, işini iyi yapmaya çalışan bir yetişkinin filmidir.
Biz de hayatını başka işlerle geçiren yetişkinler olarak seyreder, beğenir ya da beğenmeyiz. Kalibremiz yetiyorsa oturur tartışırız orada anlatılanları. Yeni tezler, sentezler üretiriz.
Koca koca insanların çocuksu yorumlarını okurken düşündüm bunları. Meğer ne kadar hazırlıksızmışız bizi büyük yerine koyacak işlere.
Bizim o Selanikli çilekeş muhacir çocuğuna şefkat duyacak yetişkinler olduğumuzu düşünmek meğer ne büyük hataymış. Ne kadar haklıymış bizi çocuk kabul edenler.
Aşk olsun Can Dündar. Bir daha görmeyelim.
(TUNA KİREMİTÇİ – VATAN)
Yuvuz Bülent Bâkiler’in, geçen haftadan beri beklenen “Mustafa -2-” isimli yazısı…
—————————
MUSTAFA filmi dolayısıyla, âdeta küçük kıyamet koparıldı. Gazetelerden, radyolardan, televizyonlardan, müthiş bir yaylım ateşi var. Bir kere daha görüldü ki: “İlâh Atatürk”, zihniyetiyle yetişenler “insan Atatürk”ü görmeye, dinlemeye, okumaya… katiyen tahammül edemiyorlar. Bu dehşetli taassup, sanıyorum ki daha bir elli sene devam edecektir. Yani biz herhalde 2058 yılında Atatürk’ün de bir insan olduğunu, yediğini, içtiğini, öfkelendiğini, sövüp saydığını, korktuğunu, birtakım zaaflarla yüklü bulunduğunu… rahatlıkla konuşabileceğiz. Yani, daha medenî bir ülkede yaşamaya başlayacağız.
Yalnız şu hususu, bilhassa belirtmek istiyorum: “İlâh Atatürk” safsatasının yayılmasında, uygulanmasında… Atatürk’ün bir gayreti olmadı. “İnsan Atatürk”ü, etrafındaki dalkavuklar ilâhlaştırmaya çalıştılar. Bunun yüzlerce örneği var. Mesela CHP Edirne Milletvekili Şeref Aykut KAMALİZM isimli bir kitap yazdı. Kamalizmi dikkatle okudum. Ş. Aykut diyordu ki: “Kamalizm, bütün dinlerin fevkinde bir yaşamak dinidir!” Sonra CHP’nin altı okunu, Kamalizm dininin altı temeli olarak açıklıyordu. Cumhuriyet devrimizin, Necip Fazıl, Yahya Kemal, Fazıl Hüsnü… dışında kalan şairler topluluğu, Atatürk’ten ya peygamber, ya tanrı, ilâh, Allah veya put olarak bahseden şiirler yazdılar. Mesela CHP milletvekili Kemalettin Kamu’ya göre, artık bizim Kabemiz Çankaya olmalıydı:
Ne örümcek ne yosun / Ne mucize ne füsun.
Kâbe Arab’ın olÂÂsun / Çankaya bize yeter…
Bir başka müfrid CHP’li olan Behçet Kemal Çağlar, Peygamberimiz için yazılan Süleyman Çelebi mevlidini, baştan sona kadar Atatürk için değiştiriyor çıktığı kürsülerde yeni mevlidimizi okuyordu:
“Ol Zübeyde Mustafa’nın ânesi
Doğdu ondan ol güneş dürdanesi.
Gün gelip oldu Rıza’dan hamile
Vakt erişti hafta vü eyyam ile.
Kim dilersiz, bulasız oddan necat
Atatürk’e Atatürk’e esselat!”
Muhteşem dalkavuklarımızdan Edip Ayel, aynı şiirin içinde, Atatürk’ü hem peygamber hem de Allah, olarak gösteriyordu:
“Zindan kesilen ruhlara bir nur gibi doğdun,
Türk ırkının en son ulu peygamberi oldun.
Ölmez bize cennetlerin ufkundan inen ses,
İnsanlar ölür; Türklüğe Allah olan ölmez!”
İslamın Amentüsünde, imanın altı şartı mı açıklanıyordu, kapkara yüzlü, kapkara ruhlu modern yobazlar da, derhal TÜRK’ÜN AMENTÜSÜ’nü hazırlıyor, onu on binlerce bastırarak Müslüman halka dağıtıyorlardı. O yeni amentüde diyorlardı ki: “Kahramanlık örneği olan ve vatanın istikbalini yoktan var eden Mustafa Kamal’a, onun cengaver ordusuna, yüce kanunlarına, mücahit analarına ve Türkiye için ahiret günü olmayacağına iman ederim!..”
Beğendiniz mi? Eğer Türkiye’de birtakım çevreler, Atatürk’e uzak duruyorlarsa veya onu sevmiyorlarsa, istemiyorlarsa, sebeplerin başında, bu modern Atatürk yobazlarının, bu ruhsuz, imansız, vicdansız güruhun Atatürk’ü ilahlaştırmak ahmaklığı vardır.
Din ve dünya işlerini birbirinden ayırmak isteyen Atatürk’e, tamamen dinî bir hüviyet kazandırmaya çalışmak “gaflettir, dalalettir ve ihanettir!” Kime? Millete, devlete, Atatürk’e!
YAVUZ BÜLENT BÂKİLER – 10 Kasım 2008 /Türkiye
Konuyla ilgili bazı köşe yazılarından koyduğunuz sitenize, Can Dündan’ın kendi konuşmalarını da koymak lazım, diye düşündüm. Biraz uzun belki ama bence çok önemli. Çok enteresan bölümler var. Hürriyet Gazetesi’nden Ayşe Arman röportaj yaşmış, “Mustafa”yı çeken adam cevaplamış. Herkesin konuştuğu iddialara, kendi ağzından cevaplar bence çok önemli… Hiç değiştirmeden gönderiyorum.
Mahir A. Ç.
——————
Dubai’-)e oturduğum yerden, Can Dündar hakkında yazılanları okuyunca, ne yalan söyleyeyim, “Aman ya! Bu kadar da olmaz!” demiştim.
Ben daha filmi izlemeden kararımı vermiştim: “Can biraz ayıp etmişti, yapmamalıydı, böyle bir film çekmemeliydi.” En çok da Bekir Coşkun ve Yılmaz Özdil’in yazdıklarından etkilenmiştim. Sonra bir an “Manyak mıyım niye başkalarından etkileniyorum?” dedim, uçaktan indim, eve en yakın sinemaya gittim. O da ne? Gayet normal, makul bir film. Hatta, ayıptır söylemesi biraz sıradan. Can’ın liboşlukla, vatan halinliğiyle neden suçlandığını katiyen anlayamadım. Ben onlarla aynı filmi mi izlemiştim? Kendi kendime “Belki de ikinci yarıda Atatürk’ü aşağılayan şeyler vardır” dedim. İkinci yarı da bitti. Yine bir şey yok. Çok mu sevdim? Hayır. Mustafa, benim yüreğimi tıkırdatmadı, beni yakalamadı, sarsmadı. Ama bu film yüzünden Can Dündar’ı linç etmeye filan kalkmak… Bunlar bizimle dalga mı geçiyorlar?!
-Mustafa a) Film mi b) Belgesel mi? Tamamen cehaletimden soruyorum, belgesel yapan biri “Ben kendi Atatürk’ümü anlattım” diyebilir mi? Yoksa belgesel dediğinin “Herkesin Atatürk’ü” mü olması gerekiyor?
-Cehalet dediğin, tam da işin özü. Bu belgeselciler arasında da yıllardır tartışılıyor. Ama bir tanım yapmak zor. Mustafa, belgelere dayalı bir film, dolayısıyla bir belgesel. Ama hemen eklemek gerekiyor ki hayattaki her şey gibi, belgeseller de sübjektif. Önünde 500 belge vardır, sen sana yakın olan 5’ini seçersin, ben bana yakın olan 5’ini. Aynı belgelere bakarak Bekir Coşkun farklı bir belgesel çekerdi, Yılmaz Özdil farklı çekerdi. Bu, benim Atatürk’üm, bana ait bir Atatürk yorumu. Bunun “gerçek Atatürk”e daha yakın biri olduğunu belgelerle kanıtlamaya çalışıyorum. Biri de çıkıp diyebilir ki, “Hayır, Atatürk hiç de böyle bir adam değildi. Yüzlerce kişiyle birlikte yaşadı, asla yalnız kalmadı.” Tamam, eyvallah, belgelerini ortaya koysun, o da kendi Atatürk filmini yapsın. Biz de izleyelim ve tartışalım.
-Meydan mı okuyorsunuz yani?
– Hayır, hayır bu bir meydan okuma değil. Kimsenin öyle bir niyeti yok, onu anlatmaya çalışıyorum. Yapsalar 70 yıldır yaparlardı. Kimse bir şey yapma derdinde değil, sadece “Birisi yapsa da beynine binsek” diye bekliyorlar.
-Neden sizce? Tembellik mi korku mu?
– Biliyorsun biz iş yapmayı sevmeyiz ama iş yapanı eleştirmeyi severiz. Korku da var. Kolay değil Atatürk belgeseli yapmak. Şu yaşadıklarım da gösterdi ki, hiç kolay değil.
-Ne yaşıyorsunuz?
-Nasıl yani ne yaşıyorsunuz? Basbayağı linç ediliyorum. Tabu neymiş anladım. Film hakkında 300 yazı çıktıysa, yarısı eleştiri. Belki daha da fazlası. Onların yarısı da şöyle başlıyor: “Filmi görmedim ama…” Herhalde böyle bir şey sadece bizim memleketimizde olur. Bu kadar düşmanlık edeceksin ama filmi görmemiş olacaksın!
-En çok kimin filmi izlemeden yorum yazması size koydu?
-Bekir (Coşkun) Abi’nin. “Atatürk görse Mustafa’yı ne hissederdi?” diye bir yazı yazdı. Görüp de yazsa ders alırdım ama görmeden yazması hakikaten beni kırdı.
-Söylediniz mi bunu ona?
– Evet. Baktım televizyonda anlatıyor da anlatıyor, hiç de adetim değildir ama yaptım, canlı yayına bağlandım. Orada “Bekir Abi, görmediğin bir film için nasıl bu kadar ağır yorum yapabiliyorsun?” dedim.
-Ne dedi?
– “Çok sevdiğim, güvendiğim insanlar filmi izledi, beni aradılar” dedi. Onu bunu bilmem, bence Atatürk filmi görse, tepkisi Bekir Abi gibi olmazdı. “İsmet, bizim aklımız var. Başkalarının dediğine bakmayalım. Kendi kararlarımızı kendimiz verelim…” derdi.
-Bu da acayip şimdi, nereden biliyorsunuz?
-Armstrong’un “Bozkurt”u Atatürk’ün sağlığında yazılmış tek biyografi. Aynı zamanda Atatürk aleyhine yazılmış en ağır kitaplardan biri. İngiltere’-)e kıyametleri koparıyor. Atatürk merak ediyor ve getirtiyor kitabı, sofrada açtırıyor ve “Okuyun bakalım!” diyor. Okumaya başlıyorlar, “Daha?” diyor, “Paşam buraları okumasak” diyorlar, “Okuyun” diyor, “Ama paşam” diyorlar, “Ne demiş?” diyor, “Hayvan mı demiş?”, “Yok efendim, öyle değil de”, “Ne demişse okuyun” diyor, okuyorlar. “Eğlenceli bir kitap” diyor; “Yaşadıklarımızı eksik bile yazmış. Ben tamamlayayım da kitaba eklensin. Memleket de okusun. Hükümet kitabın yurda sokulmasını yasaklamakla hataya düşmüş.” Böyle hoşgörülü bir Atatürk’ten siz sansürcü, ceberrut bir portre yaratmışsınız ve bize onu yutturmaya çalışıyorsunuz. Ben o Atatürk’ü benim liderim saymıyorum. Ben kendi tanıdığım lideri anlatmaya çalışıyorum.
-Sizin hep mütevazı, sakin, yatıştırıcı, hakaret etmeyen, saldırmayan bir tavrınız var. Ama Mustafa filminde “dokunulmayana” dokunuyorsunuz. Gizliden gizliye, “Kimsenin kalkışmadığı bir şeye kalkıştım, bunu ben yaptım!” diyorsunuz. Fevkalade iddialı bir şey. Bu, sizin mütevazılığınızla çelişmiyor mu? “En kibirli insanlar en alçakgönüllülerden çıkar” derler ya…
– Benim mütevazılığım yaptığım işe dair değil. Orada son derece gerçekçiyim. Yaptığım işte en iyisi olmaya gayret ediyorum. Ama bir kibrim yok. Hırsım ise var. Emekle ilgili şeylerde tevazu kaldırmam. Ama yaptığı işi satma konusunda temkinliyim. Yaptığı işi öveni sevmem, sürekli kendinden bahsedenleri de…
-“Bir gün gelecek öyle bir Atatürk filmi yapacağım ki, bütün tabuları yıkacağım…” gibi bir hırsınız oldu mu?
– Hayır bu filmi yapmamın çok basit başka bir sebebi vardı: Bunca yıldır Atatürk hakkında çalışıyorum ve Türkiye’-)eki en iyi arşivlerden birine sahibim. Onu çok çalıştım ben. Ve benim bildiğim, benim okuduğum adam, bana anlatılan adama uymuyor. Budur. Bana anlatılana uymadığı gibi benim oğluma anlatılan da benim bildiğim adam değil. Bu senelerce böyle mi gidecek? Biz giderek bizden uzaklaşan bir lider görüyoruz tarih kitaplarında, 10 Kasım törenlerinde, televizyon programlarında. Ata giderek elimizden kayıp gidiyor. Oysa o böyle bir adam değil, bu kadar sıkıcı değil; canlı, yaşayan ve çok radikal bir devrimci.
-Ben Fikriye’-)en çok etkilenmiştim, Sarı Zeybek’ten de. Ama Mustafa’-)an çok etkilenmedim, sizce neden?
– Fikriye’-)e de Sarı Zeybek’te de insanlar duygulandılar, ağladılar. Burada başka bir şey yapmak istedim. Ama demek ki beceremedim.
-Neydi yapmak istediniz?
– Özel hayatını anlattığımız söyleniyor, ama aslında film onu anlatmıyor. Başka bir mücadele var Atatürk’ün hayatında, ben onu fark ettim ama gelen tepkilere bakıyorum da filme çok yedirememişim. Asıl mücadele ne Yunanlılara ne asi Kürtlere ne de gericilere karşı veriliyor. Atatürk’ün asıl mücadelesi, “İktidarı, gökyüzünden yeryüzüne indirme meselesi.” Ben bütün mücadelesini topyekûn elden geçirdiğimde bunu gördüm. Üstelik yapmaya çalıştığı çok özel bir şey, sadece Türkiye’yi değil bütün insanlığı ilgilendiriyor. Bütün insanlığı dönüştürebilecek bir şeyden söz ediyor. O sonda yaptığı konuşmada söylediği bir şey var ki -ben bunun filmin en çok konuşulacak şeyi olacağını sanıyordum, üzerine kimse bir satır bile yazmadı- bunu insanlık tarihinde söyleyebilecek başka bir lider bilmiyoruz. “Biz ilhamlarımızı gökten değil, yeryüzünden alıyoruz, bizim ilkelerimiz gökten indiği sanılan kitapların dogmalarıyla bir tutulmamalıdır” diyor. Burada sadece İslam da söz konusu değil, bütün dinlere bir gönderme var.
-Peki o zaman filmde niye bunun altını daha çok çizmediniz? Öyle geldi geçti…
– Haklısın. Belki de tamamen bunun üzerine bir film yapmalıydım. Ama sen de kabul et ki bu kolay bir mesaj değil, Atatürk bunu sereserpe Meclis kürsüsünden söyleyebiliyor, biz üzerinden 70 yıl geçtikten sonra bile henüz o cesarette değiliz. Bahsettiği, Barack Obama’nın İncil’e el basarak yemin etmesine uzanan bir süreç. Bütün insanlık tarihinde dinin tamamen siyasal ve toplumsal hayattan silinmesinden söz ediyor. Bu kadar radikal bir lider!
-Ama onu bizden “gizlemişler”, filmde vermek istediğiniz mesajlardan biri de bu, öyle değil mi?
– Evet. Ciddi bir sansür var Atatürk’ün üzerinde. “Nasıl olabilir? Kim cüret edebilir?” diye düşünüyorsun. Cüret edenlerin bazıları en yakınları. Bunu da kötü niyetlerinden yapmıyorlar, istiyorlar ki Atatürk’ü herkes sevsin, çok samimi ve anlaşılabilir bir şey bu. Mektubunda “Doktorların hatası sonucu bu duruma geldim” diyor mesela, o mektubu yayınlarken doktorlar alınmasın diye o cümleyi çıkarıyorlar. Öbüründe diyor ki, “Kollarında geçirdiğim gecenin sabahında yola çıktım.” Kollarında geçirdiğimi siliyorlar. Neden? Çünkü Atatürk, kimsenin kollarında gece geçirmiş olamaz. Böyle böyle, budaya budaya, öyle bir insan çıkarmışız ki ortaya, ne bir kadınla ilişkisi olabiliyor ne doktorlara kızabiliyor ne asıl devrimini savunabiliyor. Budana budana vasat bir figür kalmış. Benim isyanım buna. Yazık günah adama. Ama anlaşılan bunları çok iyi anlatamamışım filmde.
-Bir de “Herkesin bildiği şeyler…” diyenler var…
-Bu İlber Ortaylı için geçerli olabilir ama ben zannetmiyorum ki, diğer insanlar için geçerli olsun. Birçok insan gelip bana “Medeni Bilgiler diye bir kitap varmış bu ne?” diye sormaya başladı. Medeni Bilgiler, Atatürk’ün okullarda okutulsun diye Afet İnan’a dikte ettirdiği, hatta oturup bizzat yazdığı bir kitap. Bir lider düşün ki, “Ben bir kitap yazdırıyorum, alın bunu okullarda okutun” diyor. Onu okullarda okutmayı bırak, şu anda piyasaya çıkaramıyorsun. Bahsetmeye kalktığında başın belaya giriyor. Nasıl böyle bir duruma gelmiş olabiliriz ki biz? Kitabın Tarih Kurumu’nca basılan versiyonunda bazı yerler çıkarılmış. Kim, neye göre karar vermiş? Neye göre çıkarmış bilemiyorsun. Şaşırarak gördüm ki önemli ölçüde sansürlenen bir Atatürk var.
-Peki siz o 120 dakikaya her şeyi sokuşturmaya çalışmış olabilir misiniz? Hani hiçbir şeyi atlamayayım, o da olsun, bu da olsun…
– Olabilir, bu telaş da filmi yoğunlaştırdı. Bir çok mesaj da güme gitti. Mesela diyor ki “Türkler, İslam’ı kabul etmeden evvel de büyük milletti. İslam’ın kabulü, bizi diğer Müslüman toplumlarıyla bir araya getirmeye yardımcı olmadığı gibi, bizim milli hislerimizi uyuşturdu. Milli bağlarımızı gevşetti.” Filmin içinde bu cümle var. Biz okulda da başka yerlerde de bunları hiç duymadık ki. Bunun tartışılması gerekmez mi? Sigarasına, içkisine takıldılar, bunun üzerinde durmadılar.
-Ama siz içkisine, yalnızlığına takılacaklarını biliyordunuz değil mi?
– İçkisine takılırlar diyordum ama yalnızlığını tahmin etmemiştim. Bir de “Boyu kısa o fotoğraflarda!” eleştirisini hiç beklemiyordum. Sivas Kongresi’ndeki fotoğrafta boyu kısa görünüyormuş. Pardon ama ben ne yapabilirim? “Manastır’-)a kullandığınız oyuncuda da çok efemine tavırlar gördük. Burada ne ima etmeye çalışıyorsunuz?” diye yazan oldu. Bu nasıl hastalıklı bir bakış açısıdır? “Kızı Afet’le aralarında bir ilişki iması var bu filmde” diyen bile çıktı. Dehşete kapıldım. Atatürk düşmanlarına koz veren bir şey varsa, asıl bu iddialardır.
-İyi siz de tahammül ediyorsunuz. “Yeter canım, topluca çıldırdık. Kendinize gelin!” diye patlamıyorsunuz…
– Ben iç patlamalar yaşarım, dışa patlamam. Terbiyemi de bozmam. Dilim döndüğünce anlatmaya çalışırım.
-Gazetecilerin bu kadar çığlık çığlığa bağırması karşında ne hissettiniz?
– Bir defa ikiye ayırdım. Ciddiye almadıklarıma gülüp geçtim, hatta eşe dosta gösterdim, “Bak yine ne yazmış” diye. Onlar beni hiç yaralamıyor. O kadar alıştım ki. Niye yazdığını, ne yazacağını biliyorsun. Ama yaralandıklarım oldu. Bekir Coşkun mesela. Ali Saydam mesela. Turkcell’in sponsorluk krizini filmin tanıtımı için benim yarattığım iması yapıldı. Oysa bu kriz, herkese çok zarar verdi. Bu çok acımasız bir şey. Beni biraz tanıyanlar, ticari hiçbir şeye kafamın basmadığını bilirler.
-Tüccar belgeselci suçlamaları, her şeyi para için yaptığınız, paraya taptığınız…
-Ben ne borsa bilirim, ne banka hesabı… Maaşımı sor söyleyemem. Hakikaten para konusunda komik bir salaklığım vardır.
-Bu kadar para para diye tutturdular ya, ben de merak ettim, çok büyük para mı var bu belgesel işinde…
-Yok aslında. Üstelik pahalı bir prodüksüyondu, Mustafa’-)a büyük rant olduğunu düşünüyorlarsa fena halde yanılıyorlar.
-Sarı Zeybek’in tekrarlarından da yüzbinlerce dolar kazanmışsınız…
-Ya ne komik. Rahmetli Kemal Sunal söylerdi de kimse inanmazdı; Sarı Zeybek’i her yıl yeniden gösterirken bana haber bile vermiyorlar. 15 yıldır sürekli yayınlanıyor, hiçbirinden bir kuruş almış değilim.
-Dünyanın en saf ve en haklı adamı da siz olamazsınız değil mi? Artık zemin o kadar kaygan ki, insan, kime, neye inanacağını şaşırıyor?
-Doğru. Ben bile “Acaba bu anlattıkları adam ben olabilir miyim?” diye hayretle okuyorum.
-Peki tam aksine, gizliden gizliye, sevinmiş olabilir misiniz bütün bunlar oldu diye? Konuşturmak önemlidir ya bizim meslekte. Herkes konuştu bu filmi. Millet meraktan da gitti izledi…
– Yok hayır, 15 yıldır bu konularda çalışmış biri için riskli bir tartışma bu… Bütün kariyerini riske atmış oluyorsun. Yazdıkları köşe yazılarıyla, senin tek tek tuğlalar koyarak inşa ettiğin bir kariyeri çökertmeye çalışıyorlar. Birazcık aklı olan hiç kimse bu polemiğe sevinmez. Allahtan şunu biliyorum, bütün basın öyle yazmadı, çok inandığım insanların olumlu eleştirileri de çıktı.
-Ben yüzde 80 hatta yüzde 90 olumsuz diye biliyorum…
– Yok hayır, yarı yarıyadır. Ama sevindirici olan şu ki, sonuçta seyirci olumsuz yazılara bakıp gitmemezlik etmedi. Aksine “Bir de ben göreyim neymiş bu” dedi. O zaman da şunu anlıyorsun: Medya ile sokak arasında ciddi bir yaklaşım farkı var.
-Bütün o sert yazıları, hakaret içeren yazıları nasıl açıklıyorsunuz? a) Mesleki kıskançlık b) İdeolojik körlük c) Vesaire
– Herkese ait ayrı bir açıklama vardır. Kimi eski hesaplar, kimi ideolojik körlük. Ama bu insanların hepsi benden nefret ediyor diye bir şey yok. Mümtaz Hoca mesela, beni sever, filmdeki somut eksiklikleri yazdı. Fikret Bila belli bir mantık ekseninde eleştirdi ve bunu o kadar makul bir yaklaşımla yaptı ki, öpüp alnına koyuyorsun. Yapıcı da oluyor bunlar, kendini düzeltmeye çalışıyorsun. Birçok uzman da “Şuraları şunları beğendim ama keşke şunlar şunlar olmasaydı” dediler. Bunlar kıymet verdiğim eleştiriler…
-Peki Atatürk’ü bize anti- kahraman olarak gösteriyor eleştirisi?
– Hiç katılmıyorum, bence Sarı Zeybek’teki Atatürk’e göre buradaki daha büyük kahraman. Filmdeki anlatım bazılarına yetersiz gelmiş olabilir ama buradaki Atatürk bana çok daha yakın bir adam ve benim gözümde daha da büyüyen bir kahraman. Askerlere, “Siz durun, ben önden gideyim” diyen bir komutanın, cepheden sevgilisine aşk mektubu yazması, ya da büyük bir zafere giderken rakı sofrası kurması ona hiçbir şey kaybettirmiyor. Bir kadın meslektaşım bana dedi ki “Biz ilk defa aşık bir Atatürk gördük! Hep kadınlar ona aşık olurdu ama şimdi o aşık!” Bundan güzel ne olabilir ki? Horon tepmesi, zeybek oynaması, sofrada duygulanması, karanlıkta yatamaması, üniversitede ilk yıl dersleri kırıp sokakla tanışması… Tüm bunlar onu bana daha da yaklaştırıyor, bugünkü sıkıcı politikacı tiplerine kıyasla çok daha sevilesi bir lidere dönüştürüyor. Ama belki de bir yıl sonra tekrar seyrettiğimde “Çok şey anlatmaya çalışmışım, o yüzden de becerememişim!” diyeceğim. Belki tek bir ana mesaj üzerine kurulu bir film,tüm hayatını anlatma çabasından çok daha etkili olurdu. Bundan sonra belki öyle bir şey yaparım.
EVET, ZAMANI DEĞİLDİ, BU BELGESELİ ÇEKMEK İÇİN 70 YIL GEÇ KALINDI!
-Konjonktürden söz edenler, “Zamanlaması iyi değildi?” diyenler var. Sizce bu “zamanı değil” lafı sansürcülerin mazereti mi, yoksa gerçekten zamanı olmayabilir mi?
– Gerçekten zamanı değildi. Çünkü çok geç kalındı. 70 yıl kadar! Konjonktür meselesine gelince, beklersek emin olalım ki, hiçbir zaman konjonktür uygun olmayacak, Türkiye hep geçiş döneminde olacak, Türkiye’nin dört bir yanı hep düşmanlarla kuşatılmış olacak…
-İyi ama bir taraftan da Şerif Mardin diyor ki, “Tehlike var diyemem yok da diyemem…”
– Ya bu tehlike, konuşmadığımız için büyüyorsa? Ya bu suskunluk, bu sonucu doğruyorsa? Bugüne kadar “Atatürk düşmanlarına koz vermemek için”, onu bir heykele, bir rozete dönüştürdük. Ne oldu sonuç? Şu anda Atatürk’ün partisi ne durumda? Muasır medeniyetin neresindeyiz? Ya kadınların örtünme meselesi? Eğitimde geldiğimiz nokta? Şimdi baştan düşünmenin zamanı değil mi? Atatürk’ün bu tür bir tartışmadan zarar göreceğini asla düşünmüyorum, aksine bundan çok güçlü çıkacağına inanıyorum. Bundan zarar görenler olsa olsa, onun üzerinden rant yiyenler olacaktır. Bizim Atatürk’ü anlamak için bir ulemaya ihtiyacımız yok.
BEN DE ATATÜRK GİBİ KARANLIKTAN KORKUYORUM
Bir arkadaşımın oğlu demiş ki “Atatürk gibi ben de karanlıktan korkuyorum. Demek bu anormal bir şey değil…” Buradaki empati duygusu o kadar önemli ki. Çünkü daha önce “Ben asla Atatürk olamam, ben daha karanlıkta yatamıyorum” diye düşünürken, “O da benim gibiymiş!” diyebiliyor. “Demek ben de onun gibi olabilirim” duygusu alıyor. Bundan daha güzel ne olabilir? Tartışma şu: Biz, yeri asla dolmayacak, dogmalaştırılmış bir kutsal önder peşinde miyiz, herkesin onun gibi olmak isteyeceği bir örnek kişilik mi? Unutmayalım, 1935 Cumhuriyet kutlamalarında “Atatürk bu milletin en yücesidir” pankartlarını indirip “Atatürk bizden biridir” pankartlarını astıran kendisidir.
MÜMKÜN MÜ FETHULLAH GÜLEN’-)EN PARA ALMAM?
-“Gandhi, Churchill, General Patton, Amerikan kurucuları… Onlar hakkında böyle filmler yapılmadı, onlara hiç dokunulmadı, dokunulamaz da” diye yazılar çıktı…
– Hadi canım sen de. Cehalet böyle bir şey işte. Kennedy’yi düşün, Napolyon’u düşün, neler neler çekildi. Sırf Napolyon’un cinsel tercihleri üzerine yüzlerce film çekildiğini geçen gün Reha Muhtar söyledi.
-Said-i Nursi belgeseli için Fethullah Gülen’-)en para mı aldınız?
– Hay Allah, ne feci laflar bunlar! Mümkün mü böyle bir şey? Benim yazılarıma bak, Fethullah Gülen-Amerikan ilişkisi üzerine en az on tane yazım vardır. Ayıplamaz mı insanlar? Bu soru bile ne kadar ağır geliyor. Elbette böyle bir şey yok. Said-i Nursi’yle ilgileniyorum çünkü merak ediyorum.
-Peki nasıl diyebiliyor insanlar “Can Dündar’ın Fethullah Gülen’-)en para aldığını biliyoruz” diye.
-Linç bu işte. Linç kültürü.
YARIN: Bu filmde Freudyen bir yaklaşım var
AYŞE ARMAN / HÜRRİYET
Balçiçek Pamir’in;
“Mustafa’yı beğendim. Yoksa vatan haini miyim?” yazısını gönderiyorum…
Mahir A.Ç.
——————-
Mustafa’yı beğendim. Yoksa vatan haini miyim?
(06.11.2008)
En sonunda “Mustafa” yı gördüm.
Kimse kusura bakmasın ama ben beğendim.
Hatta bazı sahnelerde gözüm bile doldu.
Şimdiye kadar Mustafa filmi aleyhine yazı yazanlar için 3 tespitim var.
1-Ne seyrettiklerinin farkında değiller.
2-Filmi görmemişler.
3-Beyinleri öylesine komplo mekanizmalarına göre çalışıyor ki yetişmek hatta anlamaya çalışmak mümkün değil.
Neymiş efendim Atatürk yalnız bir adam gibi gösterilmiş.
Yalnızmış adam.
Niye bu yalnızlık bizi rahatsız ediyor ki?
İsmet İnönü’nün kızı Özden Toker ile Pembe Köşk’ten yayın yaptığımda bu konuyu da konuşmuştuk. “Hemen her gece bizim evdeydi” diyordu. “Sofraları donatır hep kalabalık olmasını isterdi. Özlediği aileyi bizde yaşıyordu.”
Şimdi sorarım size bundan daha insanca, bundan daha normal bir şey var mı?
“Niye yalnızmış, arkasında milleti” varmış. Bunu söyleyen de aklımızda küçük Ülkü diye yer eden kızı. Şimdi büyüdü tabii. Keşke gözümüzde hep o küçük haliyle kalsaydı.
O aynı Ülkü değil miydi;
Atatürk’ün vasiyetnamesinde yer alan parayı alamadığı için CHP’yi mektupla Başbakan Erdoğan’a şikayet eden?
Başbakan Erdoğan diyorum, hani bugün Can Dündar’ı kıyasıya eleştirenlerin “Şeriatı getirecek” dediği, Başbakan’-)an bahsediyorum.
Sizin cümlelerinizle sorayım.
Acaba siz o mektubu yazarken Atatürk mezarında ters dönmüş müdür?
Neymiş efendim?
Atatürk içki içermiş, sigara içermiş.
Sanki hiç birimiz bilmiyorduk. Günaydın.
Cephede bile kadın düşünürmüş, zevk düşkünüymüş.
Yani bu filmden bu sonuçları çıkarana gerçekten de pes diyorum.
Bu mudur yani? Gerçekten de bardağın dolu ya da boş tarafını görme durumunun en iyi örneğini yaşıyoruz yani.
Atatürk’ün niye karanlıkta uyuyamadığı bile sorun olmuş.
Filmde önümde oturan 8 yaşındaki bir erkek çocuk babasına şöyle seslendi
“Baba bak Atatürk de karanlığı sevmezmiş. Bana kızma artık!”
Bütün bu saydığımız sizce kötü bence insanca yönleri mi ondan bir şeyler eksiltiyor? Yaptıklarını aza mı indirgiyor? Yoksa kahramanlıklar sadece bir balon da elimizde bu 3-4 özellikle mi kaldı? Hadi canım oradan.
Can Dündar’ı linç etmek kolay.
Adam bir film yaptı.
Beğenmiyorsanız daha iyisini siz yapın.
En çok da filmin ismin niye Mustafa olduğu yorumlarına güldüm.
Saçmalamanın sonu yok tabii.
Uzun lafın kısası Mustafa filmini beğendim.
Hatta yaşadığı bütün zorluklara rağmen böylesine büyük bir kahraman olduğu için Atatürk’ten bir kez daha etkilendim. Karizmasına hayran oldum.
“Ne adammış! dedim.
Yalnızlığına gelince “Acaba neleri özlüyordu?” diye düşünmeden de edemedim.
Filmi beğendim diye acaba vatan haini miyim?
Yoksa Fetullahçı mıyım?
Gavur muyum?
Son günlerde Can Dündar’a bunların çok daha ağırlarını söylemedik mi?
Adam bir film yaptı. Beğenmeyebilirsiniz ama bu ona bütün bu suçlamaları yöneltme hakkını vermez.
NE ÖĞRENDİM
Kalabalıklar arasında olmak yalnız olmadığınızı göstermez
BALÇİÇEK PAMİR / HABERTÜRK
“Mustafa” filmini nihayet seyretmiş bulunuyorum. Nihayet diyorum çünkü birkaç kez sinema salonunun kapısından dönmek zorunda kalmıştım bilet bulamadığım için… Filmi seyretmeden önce o kadar fazla kötü yorum işittim ki, Mustafa Kemal’i yerden yere vuran bir film seyredeceğimi sanarak oturdum koltuğuma. Işıklar söndü, görüntü beyazperdeye düştü ve ilk sahneyi Dolmabahçe Sarayı’nda Mustafa Kemal’in yattığı odanın duvarında asılı olan o resmin içine girerek seyretmeye başladık …”Hiçbirşey istemiyorum Afet ” diyordu, “Sadece gidelim, çocukluğumun geçtiği o yerlere…” O, vatanın ve milletin bağımsızlığından başka birşey istememişti belki, fakat ne yazık ki insanlar onun ölümünden 80 yıl sonra bile onun adını kullanarak yerli yersiz bir sürü tavır sergilemekten kaçınmayacaklardı. Filmde anlatıldığı gibi özünde hep yalnız olmasının sebebi de belki buydu aslında, çünkü insanlar hep konuşurlardı, sen neyi nasıl ne amaçla yaparsan yap önemli değildi, onlar nasılsa herşeyi anlamak istedikleri gibi anlar ve yorumlarlardı…
Filmi sonuna dek büyük bir dikkatle izledim ve şu neticeleri çıkardım kendimce:
1) Şimdiye dek seyrettiğim Mustafa Kemal belgeselleri içinde en başarılı ve tarafsız olanıydı. Bazılarının dediği gibi, Mustafa Kemal kötülenmemişti, tam aksine bir insan olan Mustafa Kemal’in gözünden kendi duygularıyla anlatılan bir film olduğundan bence onu daha da sempatik bir hale getirmişti.
2) Can Dündar’a yapılan haksızlık çok büyüktü. Çünkü ortada son derece farklı ve çarpıcı bir çalışma vardı. Hiç bir şey uydurulmamıştı, her cümle araştırılmış, belgelenmiş, resim, video görüntüleri ve mektuplarla desteklenerek oluşturulmuştu. Bu filmi seyreden her insan onu yermek yerine taktir etmeliydi.
3) Mustafa Kemal evet belki (filmde dendiği gibi) bir diktatördü, fakat kimsenin inkar edemeyeceği bir gerçek varsa o da şuydu; O çok iyi bir asker ve son derece başarılı bir devrimciydi.
4) O da bir insandı, onun da aşkları olmuştu, sıkıntıları olmuştu, içki ve sigara içmişti, o da ağlamıştı yeri geldiğinde, halay çekmişti neşelendiğinde… Bu filmin en çok bu tarafını sevdim ben aslında, Mustafa Kemal’in de bir İNSAN olduğunu anlatıyordu bize. Zaten filmin adı da sanırım bu yüzden “Mustafa” konmuştu…
5) Düşündüm uzun uzun, ben bu kadar çok beğenmişken “Mustafa” filmini, neden bu kadar ağır eleştiriler almıştı, yerden yere vurulmuştu Can Dündar? Aklıma gelen tek yanıt şuydu: Geçeklerin bu kadar doğru biçimde yansıtılması işine gelmemişti birilerinin, hoşuna gitmemişti. Bazı şeyleri örtmek istemişlerdi ve bunu da hedef şaşırtarak yapmaya çalışıyorlardı.
6) Belki bütün bunlar birer komplo teorisiydi. Bu sadece düz bir belgeseldi. İnsanlar da konuşmuş olmak için konuşuyorlardı…
……
Devam etsem bu yazı bir bu kadar daha uzar. Sözün özü; seyretmeyen varsa muhakkak seyretsin “Mustafa”yı ve ondan sonra kendi yrumunu yapsın. Söylenen diğer sözlere de kulaklarını tıkaın…
GÜLSÜM
Gitmeniz için yapılan filmlere gitmezsiniz ama İZLEMEYİN VE ÇOCUKLARINIZA İZLETTİRMEYİN denen “Mustafa” filmine koşarsınız!!!
Bravo!
Seyredin, anlatın, cdlerini çoğaltın, izlettirin…
Bu sitenin yorumcularına da bayıldım yani… İsimleri önemli değil SOYİSİMLERİNE BAKIN şunların…
Sayın GÜL…
Çok sayın ERDOOĞAN…
Ve sayın ÇELİK…
Ve sayın ÇETİN ve diğerleri ve hepsi…
Aman ne kadar TESADÜÜFFF, gözlerim yaşardı, kendimi MECLİS TV izliyor sandım!..
Ne diyor Avrupa Yakasındaki Dilber hala?
“Ben lafı ortaya goruummm, isteyen alır gideer, istemeyen sizin gibi böyle mel mel bakaaarrr!”
İSMİM SİZE NE LAZIM
Eyyvaaaaahh!!!
Benim adım da “karanfil”, malumunuz Başbakan da çok karanfil dağıtır ya… N’olcak şimdi, ben de mi bu “TESADÜÜFFF”ün parçası oldum???
Ne kadar acaip bir durum; Mustafa Kemal Atatürk’ü çok seven, az seven herkesin bildiği, (hatta çok sevenlerin daha da iyi bildiği -ki, Can Dündar da bunlardan birisi-) GERÇEKLERİ, kimden gizlemeye çalışıyorsunuz; “İZLEMEYİN VE ÇOCUKLARINIZA İZLETTİRMEYİN” diyerek?.. Evet, Mustafa Kemal Atatürk büyük işler yaptı, ama o da bir insandı, bazıları kabul etmekte çok zorlansa da!.. Ve bunlar gayet insanca şeyler…
KARANFİL
Hay Allaahh…
Nasıl da denk gelmişiz böyle GÜL’LER, ERDOĞAN’LAR, ÇELİK’LER…
Söylemeseniz haberimiz olmayacaktı…
İyi ki varsınız sevgili Dilber hala:-)
[Size kızmıyoruz]
AYŞE ÇELİK
Beni mazur görün sayın Dilber hala, ama bir konuyu anlayamadım burada:
Sayın Gül ve Sayın Erdoğan ve Sayın Çelik ve diğer Meclis mensubu sayınlar ile…
…Can Dündar’ın yaptığı “Mustafa” isimli filmin ne gibi bir bağı, alakası var?..
Nasıl bir ilişki kuruyorsunuz yani?..
MAHİR A. Ç.
Sormayı unuttum; neden isminizi yazmadınız?.. Yoksa sizin de mi isminizin bir yerlerinde Meclisi veya hükümeti çağrıştıran kelimeler var?
(..diye merak etmez mi şimdi herkes?..)
KARANFİL
Anlamadığım bir şey var. Bu sitenin yöneticisi, yazarı, babası, veli nimeti, kedi babası, abisi, amcası, dayısı, dedesi yerindeki kişi mi karar veriyor şu meseleye kızın, şuna kızmayın diye. Diyelim ki benim içimden bu halaya kızmak geliyor, ne yapacağız şimdi? Çok tuhaf… Hayli tuhaf… Neyse, bakın işinize siz…
[CEVAP: Elbettte kızmayın. Çünkü sonra, yazı sansürlemekten benim canım çıkıyor burda!:-) M.E.]
ESMA
Gül, siyasilerden önce Peygamber kokusunu hatırlatır ki; bu daha da korkunç olsa gerek “ismi neyimize lazımlar” için… Yazdığımı ne alakası var diyerek yadırgamayın lütfen, en az “Soy isimler” ile “Mustafa” filmi kadar birbiriyle bağdaşık bu yazdıklarım 🙂
SULTAN GÜL
Sayın Gülseverler, Erdoğanseverler, Çetinseverler, Çelikseverler ve diğerleri…
Ne bu heyecan?
İzlemedim diye beni yadsıyorsunuz ama yorumlarda okuyorum ki sizler de izlememişsiniz!..
Ben izlemeyeceğim diyorum, siz izleyeceğim diyorsunuz. Eee? Yani durumumuz eşit!..
Yorumları bile okumuyorsunuz sanırım. Sorsam acaba kaç kişi anlatabilir şu filmi bana ve şu yukarıdaki köşe yazısını ve ayrıca yorumlardaki 1 ve 2 bölümlük yorumu yani kurtçu mu, Türkçü mü nedir şu Y. Bakiler yazısını…
Kendinize verin yanıtını, bana değil…
Adımız da Dilber hala kalacak sayenizde…
DİLBER HALA
Nasıl da unuttum, bu yazıyı bu kadar işlek hale getirdiğiniz için teşekkürler. Vesilenizle, en azından belki bir kişi daha buradaki yazının farkına varacak ve filmi merak edip, bu güzel yapımı izleme imkanı bulacak. Ben, Can Dündar yazıları ve belgesellerini Mustafa isimli yapımından önce de takip ediyor ve bir çoğunu beğeniyordum. Mustafa Kemal Atatürk’ü de ailece zaten hep olduğu gibi taktir ettiğimizden, film bizlere sürpriz ya da abesle iştigal görünmedi… Fazla mı aydın düşünüyorum acaba 🙂
SULTAN GÜL
Filmin vizyona giriş tarihi (Büyük İllerimizde): 29.10.2008
Muammererkul.com seyir defterinde tavsiye tarihi: 04.11.2008
Tavsiye için, “izleyeceğim” diyerek yazılan ilk yorum tarihi: 05.11.2008
“İzleyeceğim” diyerek yazılan son yorum tarihi: 08.11.2008
Ben izlemeyeceğim diyorum, siz izleyeceğim diyorsunuz, yorumları bile okumuyorsunuz sanırım” diyerek yazılan yorum tarihi: 24.12.2008
Not:
Kimseye cevap niteliğinde değildir, “izleyeceğim” diye düşündüğüm ilk günlerden sonra, kaç kez izlediğimi düşünüyordum sadece :-))
ŞAHİKA
Dilber hala rummuzlu kişi, yorumunuz hiç de samimi gelmedi bana.
Düşüncelerinize saygı duyardık ya, biraz daha ciddiyet içinde olsa idi.
Ne yani, soyadlarımız bazılarımıza zıt siyasilerin soyadlarına benziyor diye değiştirmek için mehkemeye mi gideceğiz şimdi?
Film hakkındaki görüşlerinize bir şey diyemem, henüz izleyemedim çünkü.
Kaldı ki, siz de izlememişsiniz.
Buradaki yazara ve yorumculara sataşmak yerine; geçerli fikrinizi ikna edici bir şekilde yazabilirdiniz.
Saygımla selamlar…
SULTAN YÜRÜK
Engin Ardıç da dünkü (9 Mayıs 2011 tarihli) yazısında Atatürk’ün anne sevgisini anlatmış. Okunmaya değer bir yazı. Aynı zamanda hal-i pür melalimizi yazmış.
Yazının bağlantısı:
http://www.sabah.com.tr/Yazarlar/ardic/2011/05/09/cok-ters-yazi