Sizin çocukluğunuz ne güzeldi
Ya, doğru doğru dosdoğru be abicim… Açık, seçik, net ve berrak bir şekilde besbelli:
Bizim çocukluğumuz ne güzeldi işteee!..
Biz, hele yanımıza bir de arkadaş bulduk mu, onbeş dakika içinde, koca mahallede yedisinden yetmişyedisine kim varsa, hiçbirisini atlamadan, tamamının ismini bir kağıda hafızadan yazabiliyorduk…
Sıkıyorsa bunu yapabilsin şimdi bir çocuk!..
…..
Bizim zamanımızda bütün mahalleli birbirini cismen ve ismen tanıyordu işte…
Bizim çocukluğumuz ne güzeldi…
Biz, mahallemizin sahilinde en az onbeş “ayrı çeşit” balık tutuyorduk… İstavrit ve kıraça, gümüş, izmarit, mezgit, tek tük hamsi, kefal, çinakop, sazan, zargana, en az üç cins kaya balığı… (Lüfer, kalkan, kırlangıç, karagöz gibi balıkları kıyıdan yakalanmıyordu…)
…..
Misina bağlayamayan, oltaya yem takamayan, hele hele yakaladığı balığın ne olduğunu anlayamayan çocuk “çocuk” bile değildi bizim ordaki sahilde!..
…..
Sonra bu balıkları bazen denizin kenarında yaktığımız ateşin üzerinde çatır çutur kızartıp, bazen de eve getirip ocağın üzerinde pişirip yiyorduk… Bazen de (eğer o an canımız yemek istemezse veya bize fazla gelirse) kendi yakaladığımız balıklarımızı ikram ettiğimiz mahallenin kedilerine de “sorsanız” aynı şeyi söylerdi size;
Bizim çocukluğumuz ne güzeldi…
Biz, bizim mahallenin sahilinden canımız ne zaman istese denize atlıyorduk… Deniz o zamanlar mavi bile değildi kıyıda; cam gibiydi…
Lüfer saldırısından kuyruğunun ucunu bırakarak kurtulmuş ve hızlı yüzemeyen istavritleri çarpma olta ile yakalamaya çalışır, çapariden kurtulmak isterken çenesinin bir tarafını yırttırmış istavritleri en ince detaylarına kadar seyrederdik tepeden…
Benim çocukluğumun ilk yıllarında televizyon melevizyon yoktu pek ortalıkta… Dolayısıyla “Kaptan Kusto” da yoktu.
“Filips”i “Pıhılıps” olarak okurduk radyonun üstünde ama denizin dibini ekrandan değil, çıplak gözle sahilden seyrederdik…
…..
Biz yüzeyini gördüğümüz bir denize değil; sanki yosunların arasında biribirini kovalayan balıkların üzerine atlıyorduk sandalların bağlı bulunduğu iskeleden… Suya atlayan arkadaşlarımızı da nefes almak için dışarı çıkıncaya kadar bütün hareketlerini (suyun içinde) seyrediyorduk.
Bizim çocukluğumuz ne güzeldi…
Ne kadar bol zaman vardı bizim çocukluğumuzda…
Çünkü 24 ayrı kanaldaki 24 saatlik saçmalıklara mahkum değildi insanlar… (Hadi; “üç tv kanalı hariç” diyeyim bari!..)
Sabahın ağarmasından yatsı vaktine kadar bütün zamanlar bizimdi. Yani kuşlar ile uyanırdık, yatsıdan dönen dede ve amcaların ikazlarıyla saklambaç oyunumuzu bırakır ve toz yapışmış terlerimiz veya terlerimizin yol çizdiği tozlarımızla birlikte evlerimize dalardık…
O saatte en iyi anne, elbette;
“Elini yüzünü temizle…
Ayaklarını yıkamadan sakın yatağa girme…” Demeyi unutan anneydi!..
Bizim çocukluğumuz ne güzeldi…
Köşkler henüz yıkılmamıştı…
Kooperatifler başlamamıştı.
Ve, kesilip yere devrilen erik ağaçlarının üzerindeki çiçekler gözlerimizin önünde can çekişmemişti henüz…
Yeşil renkli halı sahalar yoktu o zaman… Hatta futbol sahalarının bile çoğu çim tohumuyla tanışmamıştı.
Ama biz bahçelerdeki otların arasında birbirimizden saklanıyorduk.
Bizim çocukluğumuz ne güzeldi…
Mahalleler ve hatıralar insanlarıyla güzel oluyor…
İncirköy deyince, ya da çocukluğum deyince, mutlaka ama mutlaka camimizin imamı rahmetli Hacı Şevket (İnler) Amca geçer tam ortasından; sakin, ağır ve düşünceli… Hafifçe döner sonra, bakar tebessüm ederek…
Ve hissederim; sanki hâlâ dua eder bizlere.
———————————————————
Veda
Bu kaçıncı kopuştur yağmur yağmura veda?
Fırsat mı kollar bulut nöbette mi pusuda?
Söylenesi sözcükler erirken tuzlu suda
Nefesimiz yetse de bulutları dağıtsak…
Bu kaçıncı kopuştur bu kaçıncı vaveyla?
Bıçak mı düştü bu gün aramızdaki yola?
İster hicranını sar istersen çaput dola
Tütün mü bassak tuz mu sızan kanı durdursak…
Bu kaçıncı kopuştur ve de kaçıncı veda?
Kaçıncı bölünüşü damlanın kırık camda?
Kaçıncı veda sözü çınlarken kulaklarda
Tesellimiz olsa da vedaları unutsak…
Bu kaçıncı kopuştur bu kaçıncı elveda?
Kimbilir kaç yüreğin vuslatı umutlarda?
Bu yıl değilse bile inşallah gelen yılda
Umudumuz olsa da iki yürek avutsak…
Bu kaçıncı kopuştur yağmur yağmura veda?
Söylenesi sözcükler iki mendile tutsak…
Kurutmak için midir sallanır ya havada?
Vuslatımız olsa da iki mendil kurutsak…
*Sultan Yürük
Stop
Muammer Erkul
01 Ağustos 2000 Salı