Sınav üstüne sınav [23 Ağustos 1999 Pazartesi]

Sınav üstüne sınav

Herhalde kelimenin tam manasıyla başımıza gelen bu.Büyük olmanın bedeli kolay ödenmiyor.Kolayca “devlet” olunamdığı gibi, “büyük devlet” de kolayca olunmuyor!
Sınav üstüne sınav… Başımıza gelen işte bu.

Şükürler olsun ki ne büyük imtihanlardan geçtik yüzümüzün akıyla. Ve karşımıza çıkanları da aşacağız inşaallah.
Deneye deneye, öğrene öğrene, adım adım ilerleyeceğiz…
Durmak yok;
Bildiğimiz zamanlara ve mekanlara “dur” denilinceye kadar. Dünya dönmesine devam ettiği sürece…

Hayat Bilgisi imtihanıyla Toplum Psikolojisi sınavı arasında fark yok mu?..
Çarpım Tablosu’ndan beş almaya çalışmakla Matematik Mühendisi olmak aynı şey mi?
“Büyük” olmanın bedelleri ağır ve bu bedeller büyük olmanın müjdeleri…
Burda dikkate alınması gereken çok önemli bir nokta var ki, o da şu;
Sınavlar ağırlaştıkça rağbet azalıyor…
Sınava girenler azaldıkça da “sorular” ağırlaşıyor…

Millet olmak… “Bir kalmak” herkese nasip olmamış… İşte örnekleri ortada; son yıllarda bile çevremizde “paramparça” olan ülkeler gördük.
Eleklerden geçiyoruz.

Yirmi sene evvel bize denmiş olsaydı ki;
“Sorunuz. Size 30 bin cana ve 100 milyar dolara malolacak PKK belası…” Ne yapardık, ne derdik?
En tepedekinden en uçtaki vatandaşa kadar ağız birliğiyle; “Eyvah, derdik… Biz kaldık bu sorudan…”
Ama ne oldu?
PKK artık yok, ama biz varız!..

Aynı şey aslında!..
Yirmi gün evvel bize denmiş olsaydı ki;
“Sorunuz: Size 30 bin cana ve 100 milyar dolara malolacak bir büyük deprem felaketi…” Ne yapırdık, ne derdik?
En tepedekinden en kenarda duran vatandaşımıza kadar ağız birliğiyle derdik ki:
“Eyvah… Biz kalırız bu sorudan…”

Daha öncekileri ve PKK sorusunu aştık da bu sınavdan kalacak mıyız?
Vaz mı geçeceğiz “büyük” olmaktan?…
Vaz mı geçeceğiz “bir” olmaktan?..
Şehit verdiğimiz, gene şehit verdiğimiz, ama gene şehit verdiğimiz bu topraklarda ölülerimizi bırakıp enkazların altında Rus bozkırlarına, Asya steplerine, Afrika çöllerine mi yayılacağız?.. Yahut, doluşup gemilere sandallara “yeni kıtaları keşfe” mi çıkacağız?..
Kim gelirse gelsin bu topraklara, kim yönetirse yönetsin kalanlarımızı mı diyeceğiz?..

Başarı bir yolculuktur…
Büyük devlet olmak ta!

Ya “büyük kalmak?..”
Bu, bitmez bir maraton,engelli koşu; pentatlon!..
Yenilenler şunu yanlış, bunu eğri, onu geç yapmış olanlar değil…
Mağlup olanlar; vazgeçenler!

Sırası değil belki ama söyleyeyim “müjde”yi: Bu deprem… (Tahminen) 30 bin cana ve 100 milyar dolara malolan bu zelzele… (Aynen 30 bin cana ve yine 100 milyar dolara malolan PKK gibi) son sınavımız değildi…
Başka imtihanlarımız var.
Çünkü vazgeçmeyeceğiz… Geri dönmeyeceğiz… Bizden bu kadar, demeyeceğiz.

Hepimiz bildiğimiz için, “Öldürmeyen darbenin bizi daha da güçlendirdiğini”, işe koyulduk yirmişer tırnağımızla.
Bundan da “çok şeyler” öğrene öğrene kaldırmaya başladık enkazları…
Altmış milyon insandık;
Bir milyar ikiyüz milyon “tırnak” olduk şimdi.
Önümüzdeki “sınavı” aşmaya karar verdik.

———————————————————

Tabut taşıyan göstericiler

Bir haftadır düşünüyorum; 23’ü 24 Temmuz’a bağlayan gece yoldaydık.
Cumartesi ve Pazar günleri seminerimiz olduğu için gece yarısı kalkan özel otobüsümüzle Ankara’ya doğru yola çıktık.

İstanbul trafiğinden kurtulmuştuk. Otobana da girmiştik, ama yol bir türlü tenhalaşmamıştı. Her yanımızda tamamen dolu otobüsler ve küçük vasıtalar vardı.
Anladık ki bunlar “yürüyüş” için Ankara’ya giden; “emekli olmak için 60 yaşına kadar beklemek istemeyen” işçi ve memurlardı.

Öyle çoktular ki…
Gebze’yi, Körfez’i, İzmit’i geçtik; her girişten yeni otobüsler karışıyordu konvoylara. Dolu araçlar yolları dolduruyordu. Bütün tesisler, lokantalar doluydu. On dakikalık bir ihtiyaç molası vermek için tam beş yere girip çıktık. Çünkü bütün tuvaletlerin önünde üçer-beşer metrelik kuyruklar vardı…

Yalova, Bursa yolundan yeni otobüsler katıldı bize… Sonra Adapazarı yolundan yenileri geldi. Sonunda Bolu Dağı’nda bulduğumuz en sakin tesiste durduk. Saat 03 sularıydı… Bu “tenha” yerde ben bir bardak çay alamadım, çünkü bizimkinden başka onbeş tane kadar otobüs de mola vermişti aynı yerde… Çoğunun üzerinde bez afişler, çoğu “yolcunun” sırtında ise üstünde sloganlar yazan önlükler vardı…

Sabah Ankara’ya girince onlardan ayrıldık. Ama onbinlerce insanın katılmış olduğu yürüyüşün fotoğraflarını gördük gazete ve televizyonlardan:
Sırtlarında tabutlar, ellerinde bez afişler ve pankartlar taşıyorlardı. Hepsi, elleri havada bağırıyorlardı.
“Emekli olabilmek için 60 yaşını beklemek, ve mezarda emekli olmak istemediklerini” haykırıyorlardı!..

Biz onlardan yani tabut taşıyan işçilerden bir gün sonra döndük. O yüzden yollar boştu. Hepsi geldikleri yerlere; Bolu, Adapazarı, İzmit veya İstanbul’a dönmüşlerdi.

Şimdi ise aynı yollar bomboş…
Üstelik o şehirler ve evler de!..
Düşünmeden edemiyorum;
Acaba o gece yolda olan, 24 Temmuz Cumartesi günü tabut taşıyan işçilerden-memurlardan bugün kaç tanesi tabuta bile giremeden toprağa verildi?..
Bu ilginç hatıra her aklıma geldiğinde tüylerim ürperiyor.

Stop
Muammer Erkul
23 Ağustos 1999 Pazartesi

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir