Tahir baba (Delitay gitti!) [17 Haziran 1999 Perşembe]

Tahir baba (Delitay gitti!)

Delitay, na şurda dururdu da nice zamandır, anlayamadım…
Delitay; kendi rüzgarından kaçar gibi, kendi gölgesiyle yarışır gibiydi…
Delitay yıllar önce adıma imzalanmış ve yıllardır hep dokunacağım mesafedeydi de..
Ne oldu?
Delitay bugün düştü avuçlarıma.
Delitay bugün durmuş!..
Delitay bugün derin forultularla solumada… Kızgın mı, üzgün mü, yorgun mu ne?..
Delitay bugün “sahipsiz” gibi, “salınmış” gibi…
Delitay bugün yılkı atı gibi!

“Çocukluk, ne olacak, vara yoğa ağlardık. Ben ağlardım, kardeşim, iki büyük kardeşim ağlardı. Görmesin babamız, canı sıkılır, öfkelenir, söylenirdi: “Erkek adam ağlamaz!”
Diye başlar Delitay’daki ilk hikâye olan “Acılı Ağaç”. Ve devam eder;
Bu sefer babamda idi ağlama sırası. Evin önündeki koca erik ağacı odun olmuştu. Çatır çıtır yanıyordu. Ocağın çevresinde bağdaş kurup oturmuştu. Anam ile çocukları biz, diz çökmüştük. Küçük kardeşimin keyfine diyecek yoktu. Hepimizin önündeydi. Her yanı ısınabiliyordu. Bizlerin yalnız önü sıcaktı, sırtımız donuyordu. Acı biberli tarhana çorbasına kaşık vurmuştuk.
“-Ağacın, dedi babam, odun olması için zaman gerek… Fidanın büyük ağaç olması, ağacın odun olması için zaman…”

Ve şöyle bitiyor Acılı Ağaç:
“Biliyorum ki babam yukarı çıkarken erikten yana bakmadı hiç. Fakat ocakta yananın erik olduğunu anladı. Tarhana çorbasının biberlerini kimseye bırakmadan yedi. İçindeki acıyı acı ile kesmek istiyor olmalıydı…”

Delitay’ın son hikayesi “Yaralı Kadın” ise şöyle başlıyor:
“Acıdı. Acıdı demek yetmiyor, ölüm bu!.. Bu benim kaçıncı ölüşüm, yetişin komşular.”
Ve şöyle bitiyor kitap:
“Alnımın kara yazısını sildirseydim!..
Vay başlarıma gelen… İlkin karnım sancılıydı, şimdi yüreciğim acılı.. O acı geçerdi, bunu kim çıkaracak?..
Vay başlarıma gelen!.. Beni suyu bol kuyular temizler…
İlk ben değilim ölen…”

İşte böyle bitiyor kitap; harf harf…
İşte böyle “bitiyor” Tahir Kutsi; kitap kitap!..
Nobeli bile alamamıştın henüz;
Ooooy Delitay!..
Ooy Tahir Baba…

“Babanız yine âşıktı, yüzünün gülüşü ondan”dı ya Çeyiz… Başın sağolsun.
Başınız sağolsun…
Bırakalım hep âşık ve güler yüzüyle kalsın babanız…
Başımız sağolsun…
Ve Yüce Mevlâ’m Tahir Kutsi Makal kuluna da rahmet eylesin.

——————————————————-

Posta kutusu

İstanbul’u özlüyorum
Merhaba eski dost,
Yine dost bir gece ve ben tekrar bildik göklerin altındayım…

Hep sevdim İstanbul’u. Ama orada yaşamazken daha kolaydı hasretine katlanmak. Şimdi gün geliyor içindeyken özlüyorum onu. Kendimi yollara vurulmuş buluyorum, yürüyorum. Ve sadece o şehrin yollarını arşınlıyor olmak mutlu ediyor beni…
Ama ailem uzak bana İstanbul’da… Dağlar giriyor anam ve babamla arama, kardeşimin sesini duymadan doğup batıyor güneş… Orada onları, burada İstanbul’u özlüyorum. Ne olacak bunun sonu?

İte kaka giden hayatı “bahar” kurtardı yine… Çiçeklerin neşesine katılmamak için kör ve sağır olmalı! Gülümseyemediğim günler (bitti dersem koca bir yalan olur ama) azaldı iyice.

Kürkçünün… Yok yok öyle değildi o laf; tilkinin dönüp dolaşıp geleceği yer kürkçü dükkanıdır; işte yine sana yazdım, abi…
Aslında ne sen, ne köşeniz hayatımdan hiç çıkmıyor ya… “Bul Beni”mi hediye etmiştim bir dosta. Bir iki yerde sordum, yok dediler. Sonra bir gün bir başka dost bir “Bul Beni” hediye etti bana… Okulda başucumda duruyor. Bir de Murat Başaran’ın “Sevmek Ölmekle Başlar”ı…
Bir kere daha iyi ki varsınız, diyorum. Sen ve Murat Başaran gibi insanları görmek güç veriyor bana, pes etmememi, yalnız olmadığımı fısıldıyorlar kulağıma…
Yağmur

—————-

Geçmişin kokusu
Elinde, güneşin ışıklarını gümüş rengi parlaklıkla yansıtan çıngırak.
Omuzunda tahta kaldıraç. Kaldıracın ucunda iplerle veya zincirlerle sarkıtılmış iki tahta yuvarlak tepsinin içinde iki alüminyum tepsi. Alüminyum tepsiler içinde, kaymağı mis tadı nefis yoğurt.
Değil tükürmeye, çöp atmaya bir çamur birikintisi görmeye üzüldüğümüz ve temiz tutmak için uğraştığımız sokağımızda yankılanan “Yoğurt! Yoğurtçu geldiii!” nidasını işiten annelerimiz ellerinde kaplarıyla seslenirlerdi: “Bana yarım kilo… Kaymaklı olsun haa!”
Biz sokakta oynarken asıl yolunu gözlediğimiz yoğurtçu amca olmazdı genelde. Rengarenk, çeşit çeşit tatlarda ve kokuda şekerlemeler üreten macuncu amca ve o bildik leblebilere hâlâ çözemediğimiz bir lezzet katarak toz haline getirip, hapur hupur yerken köh köh öksürmemize neden olan ama yine de vazgeçemediğimiz leblebi Uncu amca asıl hedefimizi teşkil ederdi.
Horoz şekerci amca, muhallebici amca, niyetçi amca…
Ne kadar çok amcamız vardı bizim…
Büyüdükçe onların yerini kimse almadı… Alamadı… O zaman 25 kuruştu belki bir sarım macun, bir poşet leblebi unu ya da bir horoz şekeri… Kıt kanaat geçinir hep eski elbiselerle dolaşırlardı gün boyu.
Ne o amcalar bilirlerdi, McDonald’s dondurmasını ya da Burger King oyuncaklı çocuk mönüsünü…
Ne de biz bunlar olmadığı için ya da alınmadığı için ağlardık…
Ne o amcalar düşünürlerdi, bu horoz şekerinden ikiyüz milyon tane satayım da kendime bir villa bir de Mercedes alayım diye.
Ne de biz böyle para hırsıyla yanıp tutuşan birinden alış veriş yapmaktan vazgeçmeyi düşünürdük.
Ne o amcalar bilirdi gün gelecek çocuklar maneviyatı, her tür maddiyata köle edecek…
Ne de biz bilirdik o amcaların aklına bile gelmeyen çocukların biz olacağını…
Kıvanç Oğuz Canbekli

………………..

E-Mail kutusu
Ben bu yazıyı Nesibe Hanım adına yazıyorum Aslında bu mesajı yazılarınız tartışılmaz mükemmelliğinden bahsetmek için değil size olan iletişimimizden dolayı yazdım. Düşüncelerimi yoğunlaştırabilecek kadar yüksek gerilimlere bağlı bu iletişimin tek yönlü olmasını istemedim, benim sizden bir şeyler aldığım gibi sizin de yazılarınızı okuduğumu bilmeniz kadar önemli olan bu mesaj yazılarınızda 2 yıla dayanan düşüncelerimin sadece birkaç cümlesinden ibaret. Eğer bir gün köşe yazarlığından vazgeçip kendi köşenize çekilmeye karar verirseniz ne olursa olsun bana birkaç cümle yazıp gönderin. Sonsuza dek mutluluklar

NOT: Kuyruğunuzu yazılarınızda görebiliyorum (Kuyruğumu Seviyorum isimli yazı..)

Stop
Muammer Erkul
17 Haziran 1999 Perşembe

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir