Her yaş güzel; ama bazısı daha hareketli, daha eğlenceli… Her yaş güzel; özellikle akranların arasında geçenler…
Her kafadan bir ses çıkıyor, ve sanırım “gülünemeyecek” sebep arasak bulamayacağımız günlerden birini daha yaşıyoruz!..
Şehrin terminaline varıyoruz sonunda. Her yanımız otobüs; peronlara girip çıkıyorlar. Kimi adamlarsa çığırtkanlık yapıyor; uzun mola vermeden, hiçbir yere uğramadan, oyalanmadan gittiklerini ve her türlü servisi, ikramı araç içinde yaptıklarını duyuruyorlar…
Her taraf insan, ve insan, ve insan; inenler binenler, gelenler gidenler…
Gözlerinden yaş dökenler; hoş geldin, veya güle güle, diyerek!..
Işıklı tabelalar.. Kocaman, renkli ve yaldızlı harflerle, firma isimleri… Herkes; “bize gelin, biz götürelim, bizi tercih edin” çağırışında…
Gürül gürül, gıcır gıcır, pırıl pırıl otobüslerden biri hareket ettiği an, arkadaşlarımızdan biri, el ederek;
-Kalkıyor mu, deyince…
-Kalktık bile, diyor muavin. Ve onu kolundan tutup çantasıyla birlikte yanına çekerken;
Hatta seni de kaptık bile, diye devam ediyor!.. Sonra köşeden kıvrılarak araba, gözden kayboluyor.
Ansızın, hiç beklemediğimiz anda bir kişi daha eksiliveriyoruz…
Az sonra ortadaki bankların yanına takılıyoruz. Kızlardan biri;
-Ben şu pembeliyi beğendim, diyor. Muavini de çok yakışıklı… İşte o çocuk servis yapmalı bana, kahvemi o getirmeli, mendil istemeliyim, yastık istemeliyim ondan, benim nazımı o çekmeli…
Oğlanlardan biri;
-Şu otobüsün içinde de iki tane kız var, diyor. Acaba hostes onlar mı? Baksanıza birbirinin aynı kıyafetler giymişler…
Başka biri farklı açıdan gösteriyor manzarayı:
-Şu siyah otobüs, fabrikadan yeni çıkmış, dikkat edin… Belki ilk defa yola çıkacak. Üff, yani şimdi koltukları, hatta motoru bile yeni yeni kokuyordur. Şunun jantlarının güneşte parlamasına baksanıza!..
Diğeri, kırmızı otobüsü gösteriyor… Bir başkası kravatlı şoförün duruşunu, sigara sarısı bıyıklarını ve oturan adamlara has göbeğini göstererek “ancak buna güvenebileceğini” söylüyor…
-Akıl var mı sizde, akıl?..
Hepimiz önce birbirimize, sonra etrafımıza bakıyoruz… Bizimle konuşan kimse göremeyince yukarıya bakıyoruz,,, ki bir karga; sarmaşığın dolandığı direğin tepesine konmuş, soruyor aklımızın olup olmadığını…
Hiç beklemeden;
-Var tabii ki, diyoruz. Hem de, şu gördüğün insanlar arasında en akıllıları biziz!..
-Madem en akıllıları sizlersiniz de, hangi akla hizmet ederek, bineceğiniz vasıtanın hangisi olacağına; onun rengine, içine sıkılan spreyin kokusuna, muavinlerin cinsiyetine, yolda neler ikram edileceğine, bilet ücretlerindeki farka ve bunlar gibi bir sürü detaya bakarak karar veriyorsunuz?.. Madem en akıllıları sizlersiniz de; bineceğiniz vasıtanın acaba “nereye” gittiği sorusu neden hiç aklınıza gelmiyor?..
Sonra hepimizi birer böcek gibi tutup havalandırıveriyor. İşte o an terminalden ve sadece bir kısmı şehirden çıkan yolların hangisinin uzayıp gittiği, hangisinin de “nereye” gittiğini görüyor… Ve işte o an, bizden evvel yola çıkmış olan arkadaşlarımız için yüksek sesle ağlamaya başlıyoruz…
-Hayvanların en çirkini olan ben bile bunu akıl ederken; insanların en güzeli ve en akıllısı olduğunu söyleyen sizler, sizler bunu nasıl düşünemiyorsunuz?
Sonra yere atıyor bizi;
-Hadi… Şimdi istediğiniz vasıtaya binebilir, istediğiniz yere gidebilirsiniz, diyerek…
…..
Uyanıyorum!..
Stop
Muammer Erkul
23 Aralık 2004 Perşembe