Umudum var… [30 Mayıs 2001 Çarşamba]

Umudum var…

Derin bir haz vererek bana; Söndüre söndüre yangınlı yollarımı, geleceğine umudum var ilk damla gözyaşımın…
…ve ardından, gün ışığı altında parlamaya koşacağına, diğerlerinin.
…..
Yani, söneceğine umudum var yangınların…
Susacağına umudum var feryatların…
Ve bütün tarlaların, unutulmuş yeşillere bürüneceğine umudum var!

Umudum var;
Çıplak tabanlarım yana yana, ve sıcak rayların uzuun çentiğine, ayaklarımın başparmaklarıyla tutuna tutuna;
Demir yollardan sonsuzluğa uzanacağıma…
…umudum var.

Bir balıksam…
Ve kandırılmış ve avlanmış bile olsam…
Ve içim, ayrılmış bile olsa benden…
Kızgın tavada duymuş bile olsam kendi cozurtumu…
Ve bir kısmımı kediler üleşmiş, kalan yarımıysa bir sümüklü çocuğun ekmeği arasına koymuş bile olsa annesi…
Gene de umudum var lacivert denizlere…
…gene de umudum var.
Başka bir şeyim yok ki…
Başka bir şeyim olması gerekmiyor ki…
Ve başka bir şeyim olmasını da istemiyorum ki;
…umuttan başka!

Başka bir şeyim de hiiiç olmadı ki zaten…
…..
Umudum var.
Umudum var, umudum…
…bir de sen!

———————————————————

Tembellik parayla mı!

Bi tembeliz, bi tembeliz ki epey zamandır, sormayın…
Eskiler; “Bi’yerinde kantar topu mu var?” derdi ya, yerinden kalkmayan tembeller için…
Şimdi bizim halimiz içler acısı. Keşke bahsi geçen üşengeçlerden olsaydık, ama dilimize ağır gelmeseydi kendi cümlelerimiz.
“Baybay” demek bile zor geliyor olmalı ki; “BAY” kestirmelerdeyiz!..

Bazılarının cehaletiyse hâlâ benim seviyelerimden bile yukarı çıkamamış olmalı ki; bay’ın bile “BYE” diye yazılması gerektiğinden haberi yok (!) İyi mi?..
Halbuki biz, kulakları çınlasın Evren Paşa’nın yarı zorla okullara kaydettirdiği ve torunlarıyla birlikte “Ali ata bak… Oya ip atla…” diye heceleye heceleye okuma-yazmayı öğrenmiş insanların çocuklarıyız!..
Ama bir yandan da dalgamızı geçmekteyiz değil mi, aile büyüklerimizin dijitürke dıgıturk; filips’e pıhılıps falan demeleriyle!..

Semerinin üstünde, ayağındaki nal büyüklüğünde bir yabancı ülke bayrağıyla yurt dışına kendi ülkesini temsil etmeye, yani güzelliğini ölçtürmeye giden “yarışmacının” kaç derece salak olduğunu merak etmeyenin beyin özürlü olup olmadığını düşünür müydünüz?..
İyi öyleyse;
Düşünseniz de düşünmeseniz de!..

Geçen gün bir arkadaşım telefon etti de bana, yeni bir dükkan açmış…
“Hayırlı olsun”, dedim…
“Buralarda nal asmak adettendir, dedi. Ama malum, soyu tükendi hayvanların, at eşek bulamıyoruz… N’olur bana yardım et; sahne podyum dolaşırken gözüne takılırsa şöyle zarifinden bir ayakkabı, hemen gönder bana da asayım dükkanımın kapısına…”
…..
Güler misin, ağlar mısın?
Ayrıca, size gelseydi böyle bir rica, ne derdiniz, ne yapardınız acaba?..

Yazımı bitirmek üzereyim. Ne diyecektik, vedalaşırken “byeee” mi?.. (Yani baaay!)
Haddd’lenn!.. Bu da ne demek?..
…..
Hani, insanların aksine cinler büyüdükçe ufalırmış ya;
“BYE, BAAY, BAYBAY” bir kenara, bense zaman geçtikçe;
“Baş baaş” demekten hoşlanmaya başlıyorum!..

———————————————————

Güzel Sözler

AYRILIK
“Ayrılık içinde, insanın gözünü açıp kapayıncaya kadar geçen zaman, yıl gibi gelir.”
Hazret-i Mevlânâ

BAĞIŞLAMAK
“Suçu bağışlayan asildir, ancak özür dileyen daha asildir.”
Alphons Daudet

BAL
“En tatlı balın bile fazlasının tadı bıkkınlık verir.”
Shakespeare


Stop
Muammer Erkul
30 Mayıs 2001 Çarşamba

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir