Bazen inanasım gelmiyor; bu kadar çok yazacak konu olduğuna…
“Acaba ömür mü kısa”, diye düşünüyorum; değil…
Niçin?..
Çünkü, belirli bir sınırı olsa dahi, herkese imtihan kağıdına bir şeyler yazabileceği ve not alabileceği kadar süre verilmiş…
Ee, ne o zaman benim derdim?.. Şu:
Seçmek…
…..
Yazan (veya yaşayan) insan için ömür kısa olmadığına göre; sıkıntı seçimlerimizde…
Yani şu yoldan mı gitmeliyim, bu yoldan mı?..
Ve en büyük sıkıntı ise şu:
Doğuya giderken batıya varılmıyor!..
Yok, bu defa; “gene anlaşılmaz bir laf” değildi bu… Bulmaca da değildi…
Gayet açık, net, berrak, duru, aydınlık ve parlak bir cümleydi; anlamayı seçenlere:
“Batıya yürürken doğuya gidilmiyor!..”
…..
Zaten neydi sıkıntımız?.. İşte buydu, yani;
Se çim le ri miiiz!..
Yani, kendi tercihlerimizi ne yönde kullanacağımızdı, öyle değil mi?
Bazen gerçekten şaşırıyorum işte, yazacak (sanki ayrı ayrı istikametlere uzayan yollara benzer) ne kadar çok konu var diye!
…..
Bir ömür boyu hiç durmadan sadece içimdeki kavgaları yazabilirim de, bitiremem…
Yine bir ömür boyu, ince ve karanlık ve ıslak ve hoş kokmayan, dolambaçlı yollarda “tarif” satabilirim de, yine bitiremem!..
Sonra yine bir ömür boyu, yelkenlerimi hep onlara açabilirim de; kavgaları ve öfkeleri ve kinleri ve hasetleri ve fesatları ve intikamları tüketemem…
…..
İşte belki de bu yüzden sayamam bir solukta parti isimlerini, şirket isimlerini, banka isimlerini, “baba” isimlerini, yolsuzluk operasyonlarının filan, isimlerini…
Bilmiyorum, acaba bu bir eksiklik mi boyumdan büyük; yani ben dünyada kaplamam gerekenden daha büyük bir “boşluk” muyum, olmam gereken yerde?..
Böyle olduğunu da sanmıyorum…
…..
Ben sanıyorum ki;
Kavgalardan, pis kokulu siyasetten, salyaların savrulduğu ticaretten, bireylerin veya küçük toplulukların politik istikballerini temin uğruna büyük topluluğa, yani bütün memlekete uygulanan dayatmalardan, vesairelerden ve sairelerden hoşlanmayan en azından bir tek kişi yaşıyordur şu cemiyette, benden başka…
…hah, ben, işte o kişi(ler) için yazarım!
İşte yine o yüzden, bir ömür boyu arayıp, bulabildiğim bütün “olumsuzlukları” getirip, önlerine yığmak yerine, elimden geldiğince “ölümsüzlükleri” görüp, zihnimde toplamaya… Ve küçük kağıtlara sarıp, renkli kurdelelerle bağlayarak ikram eder gibi sunmaya, yani anlatmaya çalışıyorum, sıcacık yüreklerine…
…..
Şimdi, hoş olmayan bir kaç satır kaçsa kalemimden, nasıl düşünmem; Suadiye sahilinde, Geylânî’lerin yüzlerce yıldır yaşadığı geniş ve yeşil ve serin bahçenin ferahlığını ve güzelliğini yüzünde taşıyan Rehâ annem’in de bu satırları okuyor olduğunu…
Hatta nasıl ürkmem Hızır baba’mız ile benim yazdıklarım hakkında konuşabileceğinden?..
(Ve şimdi nasıl keyiflenmem; Levent’ciğimin, bu satırları yazan kişiyi kıskanma ihtimalinden!..)
Bazen gerçekten şaşırıyorum, ne kadar çok yazacak konu olduğuna… O yüzden “seçme sıkıntısı” yaşıyorum çoğu zaman…
…..
Yani siz, pek de hoşlanmadığınız bir yazı ile karşılaştığınızda, sakın; o gün dünyanın hiçbir yerinde güzelliklerin yaşanmamış olduğunu falan sanmayın… Bilin ki, Muammer birçok konu arasından isabetli bir seçim yapamamıştır…
……
Halbuki bilin ki Muammer, şampiyonluk kutlamalarının yapıldığı Cumartesi ve Pazar günlerini; Kozyatağı, Bağdat Caddesi, Fenerbahçe arasında geçirmiş… Kendisini onun kardeşi bildiği Levent’lerin Suadiye’deki bahçesine (ailecek el öpmeye) gitmiş…
… Yani bunca güzel insanların arasında bulunup, güzelliğin görülür, solunur ve dokunulur olduğunu tekrar tekrar yaşamıştır…
Devamı mı ne?..
Olur aslında… İsterseniz on sayfa daha anlatırım ben… Ama, hadi birazcık da “güzellikleri kendiniz yaşamayı deneyin” be abicim!..
Bu sizin için daha iyi olmaz mı?
Stop
Muammer Erkul
29 Mayıs 2001 Salı