Sora sora Bağdat bulunur.
Bağdat ki, Mekke yönünde…
Bağdat’a ulaşan; Kâbe’ye de kavuşur…
Sultan da olsa, köle de olsa; Hicaz’a giden yol; Üsküdar’da başlar… Bilmiyorsan, orada soracaksın:
-Yol ne yanda?
Sormazsan, sormamışsan, ya da başkalarının yaptığı türlü türlü tariflerin kiri bulaşmışsa kulağına… Gelir, yetişir üç kişi; önce ismini düzeltir, sonra işini düzeltir, ardından yönünü düzeltir ve;
-Yürü, der… Beytullah şu yönde!
Ey ahmak!
Şimdi senin yayan yapıldak, aç biilaç ve savrulan başınla geri dönmen… Üsküdar’a varman… Bir yıl önce sana yol tarif etmiş olan o üç zat-ı muhteremin mezarı başında ağlaman mı; yoksa Kâbe kervanının son devesinin eyerine, kendini boynundan bağlaman mı gerekir?
Yazık!
Her adımda bin çile çekiyorsun… Ayak diriyorsun…
Boynun kanayacak, çenen çıkacak… Daha kötüsü, korkuyorum ki; ipin kopacak!
Sora sora Bağdat bile bulunur… Öyle derler, ki evet doğrudur; fakat haliyle doğru adama sorarsan!..
Zaten sormamak, kibirdendir!..
Peki ama, sorunca… Yahut sorman gereken sorunun cevabı, sen henüz sormadan sana söylenince;
Tersini yapmak nedendir?
Stop
Muammer Erkul
21 Ekim 2007 Pazar