Bizim gibi ismi cismi belli olmayan bir “kendihalinde”nin, birkaç sene içinde “yazar” olarak anılmaya başlamasının en önemli sebeplerinden biri; okuyucu mektuplarıydı…
Bu mektupların verdiği mesaj o kadar önemlidir ki; yazı yolculuğunda insanın ardını güvenli, önünü açık kılar…
Bir radyo programı; “karanlığın içine konuşmak”tır, birileri seni arayıncaya kadar!
Bir köşede yazmaya başlamak; şişelerin içindeki mesajları, büyük denizlere bırakmaktır!..
Kim görecek senin şişeni, bilmezsin… Gören peşine düşecek mi, peşine düşerse yakalayacak mı, yakalasa açacak mı, açsa okumaya çalışacak mı bilmezsin…
Okumak isterse bile, senin dilini anlayacak mı bilmezsin…
Anlıyor olsa; söylediklerinden hazzedecek mi, sana destek olacak mı bilmezsin…
Yazar olmanın yolu; kendine okur bulmaktan geçer…
En iyi kalem, yazmazsa neye yarar?
Bir yazar, okunduğu süre, yazardır. Yazar “okunacağını ümit ettiği sürece” yazar, sözün özü… Ha bugün için yazarsın, ha yüz yıl sonrası için; ama yazarken, okunacağını ümit ederek yazarsın…
Yazar; kendine okuyucu bulandır; şimdide veya sonrada. Böyle ise yazardır…
Yoksa havlu atar ringe, zaman ile kavgayı bırakır!
Tabii ki okumak, ama sonra yazmak, yazmak, yazmak, bir de okuyucu şekillendirir insanın kalemini. Neyi nasıl yapman gerektiğini öğrenirsin böylece…
Bu yıl da, bana gene bir kutu civciv sattı şu esmer adam!..
Durmadan ses çıkarıyorlar, inanılır gibi değil…
Fakat ses çıkarmaları hoşuma gidiyor, ses çıkarmalarını istiyorum, nasıl ses çıkardıkları önemli değil; çünkü ben bunlardan bir şeyler anlıyorum!..
Yazmaya çalışsam; hep “cik cik ciki cik” dediklerini yazarım, ama bu doğru olmaz. Çünkü her ses tonunun başka manası var… Ne kelime olarak yazıya dökülebiliyor bu sesler, ne de civcivler biliyor ne dediklerini; ama ben anlıyorum!
Aynı cik cik ciki cik sesini duyup yem tozu koyuyorum önlerine, aynı sesi dinleyip yardımına koşuyorum birinin, aynı ses bana onun uykusu geldiğini, hatta uyuduğunu söylüyor…
Neyi, ne zaman, nasıl yapman gerektiğini ve bitirmenin zamanını söylüyor…
Bu sesler… Bu izah edilemeyen… Hiç zorlanmadan doğal halinde çıkan bu sesler çok önemli, sunilik bulaşmamış sesler ne çok şey anlatıyor, dinleyene…
Hepsi birer yumak gibi, her biri bir diğerinden sevimli…
Kimisi diğerlerinden fazla ses çıkarmak istiyor, kimisi arkadaşlarının sırtına fırlıyor, kimisi öbür yavruların gagalarındaki henüz düşmemiş minik topağı yemeğe çalışıyor… İçine girdikleri suyu içerken gagalarını kaldırıyorlar, fırt diye yaptıkları kendi kakalarını dürtüklüyorlar… Her halleri şirin, her halleri masum…
Fakat mısır koysam önlerine, yiyemiyorlar; bakıyorlar öylece, büyüdükleri zaman bayılacakları bu kocaman taneye…
Onlar bilmese de ben biliyorum, çünkü öğrendim artık; nedir onlar için yararlı olan, ne zaman ne yapmam lazım…
Dikkat ediyorum…
Biliyorum ki, ben istedim… Şimdi her biri bana emanet… Onlardan daha fazla dikkat etmezsem ölebilirler, gidebilirler elimden… Ya da kedi yutar, vahşi kuşlar kapıp götürür, ziyan olurlar…
Biliyorum ki onların ses çıkarması lazım; küçük de olsa, anlamsız da olsa, civildemeleri lazım duyabileceğim yerlerde…
Biliyorum ki şimdi ben onları doyurur, büyütürsem; onlar da yeni yavrular büyütürler ve beslerler insanları;
..ölmem, hayatım bittiği zaman!…
Stop
Muammer Erkul
12 Temmuz 2007 Perşembe