Yorumsuz [06 Mart 2000 Pazartesi]

Yorumsuz

(Şahsımla ilgisi olmadığı halde çok hoşuma giden ve sizin de ilginizi çekeceğini sandığım bir mektubu yayınlıyorum bugün.)
Çalışkan muhterem Muammer abicim. Bandırma’dan çok, çok özlemiş olarak selam ve hürmetlerimi sunar, sıhhat, afiyet dolu günler geçirmenizi Allahü Teâlâ’dan niyaz eder, dualarını beklerim.
…..
Kıymetli abiciğim, göndermek lütfunda bulunduğun hasret dolu kısa fakat özlem dolu elektronik posta mektubunu aldım. Türkiye Gazetesi Bandırma bürosundaki arkadaşların şaşkın bakışları arasında; “güzel bir insandan hasret ve sıcaklık dolu bir mektup aldım, okuyunca gönlüm ferahladı” diye ekrandaki mektubunu öptüm.
Biz eskiden postacının yolunu gözlerdik, şimdi e-mail yolu gözlüyoruz!. Gözden uzaksın fakat gönlümüzden uzak değilsin… Sen beni görmesen de ben seni her gün görüyorum, Stop Köşendeki yazılarını keyifle okuyorum.

Hayırdır inşallah, dün gece seni rüyamda gördüm.
“Yamaner abi bizi unuttun mu, neden birkaç satır mektup yazmıyorsun” diye sitem ederken, tam bu sırada sabah ezanı okundu.
“Hayırdır inşallah” deyip, kalkıp abdest alıp evden çıkıp Çarşı Camii’ne gittim. Namazdan sonra arkadaşlarla çorbacıya gittik. Çorbacıda ön masada sana çok benzeyen bir arkadaş gördüm, bir an sen geldin sanıp;
“Vayy Muammer kardeş, afiyet olsun… Hoşgeldin” dedim. Adam başını kaldırdı ve;
“Ne Muammer’i beyefendi, siz rüya mı görüyorsunuz?” dedi.
“Afedersiniz efendim… Sizi bir an Muammer Erkul ismindeki çok sevdiğim bir arkadaşıma benzettim” dedim.
“Haaa!.. Şu Türkiye Gazetesi’ndeki meşhur Stop Köşesi yazarı mı?” dedi.
“Evet” dedim.
“Peki siz nerden tanıyorsunuz?” dedim.
“Oturun da anlatayım, dedi.

Ben Balıkesir’de bir fabrikada çalışıyorum. Muammer’e benzediğimi geçen Ramazan bayramında anladım…
Ben Türkiye Gazetesi almaz, hiç de okumazdım. Fakat o günden sonra abone oldum, şimdi iki tane birden alıyorum. Birini kendi evime, birini de babama alıyorum…
Bu Muammer Erkul’un yazılarını da okuyorum. Eskiden sadece Bayram namazları kılardım. Türkiye Gazetesi’nde Sohbet köşesini de okuyorum ve ibadetlerimi aksatmıyorum, kendimi şimdi çok huzurlu buluyorum.

Kusura bakma konu konuyu açtı…
Geçen Ramazan Bayramı babam Bandırma’ya abisini ziyarete geldiğinde çok rahatsızlaştı. Doktora götürdük. Doktor bana;
“Sen babanı al, acil olarak İstanbul’a şu hastaneye götür” dedi. Ben de babamı alıp Bandırma-İstanbul arasında her gün karşılıklı 6 sefer yapan ve bir saat 45 dakikada İstanbul’a giden “Adnan Menderes” jet feribot bilet gişesine geldim. Gişe çok kalabalıktı, “bilet bitti” dediler. Ben; “Hastam var gitmem gerek” dedim, ama boşuna…
…..
Üzgün üzgün dururken birisi omuzumu tuttu;
“Muammer abi üzülme, ben sizin Türkiye Gazetesi’ndeki Stop Köşenizi her zaman okuyorum, çok beğeniyorum. 2 arkadaşımız gelmedi. Bizde 2 tane fazla bilet var, buyurun alın” dedi.
…..
Ben de şok oldum. Parasını verdim, 2 bileti kaptığım gibi jet feribotun Bandırma limanından kalkmasına 3 dakika kala feribota bindik, bir sat 45 dakika sonra İstanbul Yenikapı’ya indik. Hemen bir taksi çağırıp hastaneye gittik. Doktorlar hemen muayene ettiler.
“İyi ki tam zamanında gelmişsiniz, bir saat geç kalsaydınız kurtulamazdı” dediler.
Acilen babamı ameliyata aldılar. Allah’ın izniyle kurtuldu. Sağlığına kavuştu.
Ben bu yüzden her gün Türkiye Gazetesi alıyorum.
Muammer Erkul’a da Enver Ören beyefendiye de dua ediyorum” dedi.

Evet Muammer abi, olay böyle olmuş. Bu cümle üzerine memnuniyetlerini ve selamlarını bildirmek için yazmamız şart oldu.
Tekrar görüşüp yazışmak ümidiyle hürmetlerimi sunarım, efendim.
(İHA Bandırma temsilcisi Mustafa Yamaner)
…..
(Cevap: Abiciğim, sen beni gecenin üçbuçuğunda ağlatmak için mi yazıyorsun bunları?
Allah’ım gönlüne göre versin, bütün memleketin bildiği o fedakarane koşuşturmalarını makbul kılsın ve seni inşaallah Cennetlik eylesin ve bu niyazımızı da inşaallah büyüklerin dualarına katıp kabul buyursun, amin… M.)

——————————————————–

“Bir tehlike anında gemiden uzaklaşan fareler, geminin batmamasını bir türlü affedemezler.”
(Wieslaw Brudzinski)
“Kurtlarla arkadaş ol, yalnız elinden baltayı bırakma.”
(Rus Atasözü)
“Rüzgara tüküren, kendi yüzüne tükürür.”
(İtalyan atasözü)
“Bir gün su içeceğin çeşmeye çamur sıçratma.”
(İsrail atasözü)

Deneme

Veda
İçimde sürekli beni çağıran daha mavi, daha yeşil, daha canlı bir yere gitmek arzusu körüklenir, o adını koyamadığım yüreğimin derinliklerinden gelen her “off” sesiyle.
Ve kaybolup gittiğim sokak aralarında, yüksek binalara çıkıp tepelerinden yeşili bulmayı, maviye uçmayı isterim delicesine…
Kaldırımların üzerinde yüreğimde toprak kokusu hasreti ile yürürüm hep.
Çiğdem sevdalısı gözlerim her yerde yeşil yapraklar arasında boynu bükük sarı çiçekler arar.

Beni boğan, yıkan, bu hale getiren; şehrin kalabalığı değildir, veya kirli havasına da kızmam.
Hayatı kafeslemiş ve gasbetmiş apartmanları, toprağa mezar olup onu örten betonları, hatta insanlıktan uzaklaşmış insanları dahi umurumda değildir. Şehrin beni yıkan gururuna kin beslerim ben… Temiz olmadığı, güzel olmadığı, sağlıklı olmadığı, medeni olmadığı, rahat olmadığı halde asıl burada yaşanır, diyen şehir hayatıdır beni yıkan.

Gözlerim her şeye alışır zamanla, nefesim de daralmaz belki ama yüreğimi parçalayan mavi hasretine yenilir bedenim.
Ellerim; şehrin, yüzüne taktığı peçeyi yırtmak istercesine uzanır. Fakat bulamam yanlışın kaynağını, sevimli görünümü ardındaki dev canavar nerede gizlenir bulamam…
Ve kalabalığın içinde, o koyu grisinde beni boğmasına, beni yutmasına engel olamam şehrin!.

Ama bir gün doldurup bavuluma umudumu, yüreğimdeki özleme doğru gideceğim bir daha dönmemek üzere…
Belki de beni kaybettiğini bile fark edemeyeceksin.
Ama olsun. O zaman her şeye karıştığın gibi karışamayacaksın hayatıma. İçime sensizliği şırıngalayıp kaçacağım uzaklara.
Veda şehir sana, elveda…
Şerife Özdemir

hikayeCİK

Onu ne kadar çok sevdim
Rahip, mezarlıktaki işini bitirmek üzereydi… O anda elli yıllık karısını kaybeden 78 yaşındaki adam;
“Onu ne kadar çok sevdim” diyerek çığlık çığlığa ağlamaya başladı…
…..
Yaşlı adamın yaşlı sesi törenin asıl sessizliğini bozmuştu. Mezar başındaki ailenin diğer bireyleri ve dostlar şok olmuşlardı, utanç içindeydiler.
Yetişkin çocukları alı al moru mor halde babalarını yatıştırmaya çalıştılar:
“Tamam, baba. Seni anlıyoruz…”

Yaşlı adam gözlerini dikmiş, kazılan mezara yavaş yavaş inen tabuta bakıyordu.
Rahip törene devam etti. Törenin sonunda aile bireylerini ölüm töreninin kapanışı olarak tabutun üstüne toprak atmaya çağırdı. Yaşlı adam hariç hepsi sırayla toprak attılar.
Yaşlı adam hâlâ;
“Onu ne kadar çok sevdim” diye sesli sesli hıçkırıyordu.
Kızı ve iki oğlu konuşmasını engellemek istediler, ama o devam etti;
“Onu sevmiştim!..”

Kalabalık mezarlığı terk etmeye hazırlanırken, yaşlı adam gitmemekte direniyordu. Gözlerini mezara dikmiş bakıyordu.
Rahip yaklaştı:
“Kendinizi nasıl hissettiğinizi biliyorum, ama gitme zamanı geldi. Buradan ayrılmalı ve kendimizi hayatın akışına bırakmalıyız” dedi.
Yaşlı adam çaresizlik içinde bir kez daha;
“Onu ne kadar çok sevdim” diye söylendi rahibe… Sonra devam etti:
“Beni anlamıyorsunuz… Ben bunu ona sadece bir kere söyleyebildim!..”
(Hanoch McCarty, Ed.D.)

Stop
Muammer Erkul
06 Mart 2000 Pazartesi

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir