Yükünüzü boşaltın [02 Mart 2000 Perşembe]

Yükünüzü boşaltın

Hiçbir yük ağır gelmez insana;
Önceki sıkıntıları sırtından
indirmeyi bildiği sürece!..
Sıkılıyoruz; Çünkü sıkıldığımızı düşünüyoruz! Tükeniyoruz;
Çünkü tükendiğimizi düşünüyoruz!
Boğuluyoruz;
Çünkü boğulduğumuzu düşünüyoruz!..
Düşündüklerimiz oluyor nihayetinde, biliyor muyuz?
Sıkılıyor, tükeniyor, boğuluyoruz.
Bizim için iyi şeyler düşünmesini kimlerden bekliyoruz ki boşuboşuna; herkesin düşünmesi gereken bir “kendisi” mevcutken?
…..
Hayatın içinde olup da problem olmayabilecek bir tek nesne ve hadise göstersenize bana?..

İki arkadaşım vardı. Bunlar hemen hemen aynı zamanlarda aşık oldular.
Birisi çılgınlar gibi seviniyor; gözü başka bir şey görmüyordu. Bana gelip saatlerce nasıl aşık olduğunu ve aşık olduğunda neler hissettiğini anlatıyordu. Önünde bazı engeller de vardı elbette. Ama o, bunları nasılsa aşacağını biliyor ve en önemli şeyin “şu an seviyor olması” olduğunu düşünüyordu. Abartıyordu belki biraz ama, şimdi onun gözünde aşk; bütün sıkıntıları aşabilmek için bir kamçıydı.
…..
Diğer arkadaşım da aynen diğeri gibi aşıktı. Ama o çılgınlar gibi üzülüyordu…
Neden? Çünkü o sonuca varmadan evvel önüne çıkabilecek muhtemel, hatta ihtimal dahilinde bile olmayan problemlerin hayaliyle boğuşuyordu!..
O da bana geliyor; olmuş ve olabilecek bütün sıkıntıları hakkında sızlanıp duruyordu.
Hiçbir detayı unutmuyor, kaçırmıyor, boşvermiyor… Ve olabilecek hiçbir detayı da atlamamaya gayret ediyordu.

İkisi de evlendiler.
Birisi hoplaya zıplaya, diğeri oflaya poflaya…
İkisinin de nikahında bulundum. Davetlilerin, ikisi hakkında da konuştuklarını duydum. Birisi için;
“Sanki dünyada evlilik piyangosu vuran tek kişi” diyordu insanlar, diğeri içinse;
“Bunu silah zoruyla evlendiriyorlar galiba” diyorlardı.

Tuhaf olan, bir sene içinde gene bana gelmeye ve;
“Nasıl gidecek… Hiç de umduğum gibi çıkmadı evlilik” demeye başladılar!..
İkinci yıl önlerine koymuş oldukları “deneme süreleri” de tükendi ve üç yıla kalmadan ikisi de ayrıldı eşlerinden.
Birisi hâlâ hoplayıp zıplıyor, diğeriyse hâlâ oflayıp pofluyordu.
…..
Birisi diyordu ki;
“İyi ki biz, birbirimiz için yaratılmamış olduğumuzu erken farkettik. Çok sevinçliyiz. Çünkü daha sonraki zamanlarda problem bile çıkabilirdi… Oturduk, düşündük ve bu beraberliği bitirmeye karar verdik. Hatta bütün akraba ve arkadaşları toplayıp evde bir parti düzenledik… Bu büyük hatamızdan geri dönüşümüzü kutladık…”
…..
Diğeri ise tam perişan haldeydi.
Herşeyi taa çocukluğundan, eşinin çocukluğundan… Kendi ana ve babasıyla eşinin ana ve babasından… Hatta kendi ana ve babasının böyle yetişmiş olmalarına sebep olan onların ana ve babalarından… Ve eşinin ana ve babasının anaları ve babalarından başlatıyordu.
Ardından her ikisinin de tesir almış olduğu çevrelerden giriyor, tanıştıkları zamanlarda hayali yolculuklar yapıyordu…
Evliliklerini hazırlayan sebepleri muhakeme ediyor, evli kaldıkları zaman dilimini yargılıyor, eğer evli kalmış olsalardı bir sene, beş sene, on sene ve elli sene sonralarının hayali cinnetlerini sıralayıp duruyordu.
Geriye ve ileriye doğru bir santimlik unutma ve yanılma ihtimalini bile affetmiyordu kendinde.
Şaşkınlığa düşüyordum bazen, “nasıl bu kadar şeyi hatırlayabildiğini” sorduğumda;
“Yeni hatalar yapmamak için sürekli tekrarlıyorum bunları ve notlar alıyorum” diyordu.
Evet bu yazmalar ve tekrarlamalar onun hafızasında bütün bu olumsuzlukları dipdiri tutuyordu…
Hep ısrarım aynı noktadaydı:
“Unut artık olmuş olanları, diyordum. İndir sırtından şu yükü. Bir gün taşıyamaz hale geleceksin…”
Çok insan görmüşsünüzdür siz de, bütün yükünü kafasında taşıyan… Gözleri kuyuların dibinden bakmaya başlar bir süre sonra, kaşlarında ve anlında derin yarıklar belirir, boyunları eğik, omuzları çöküktür. Ve onlar artık kendi iradeleri dahilinde, kendi inisiyatiflerini kullanarak hiçbir iş yapmak istemezler, özellikle kendi istikballeri konusunda…
Kafaların içinde biriktirilen yük, hiçbir zaman bir hammalın sırtındaki yükten daha hafif değildir. Ve bazı insanlar yaşamanın tek yolunun “kafalarındaki bu ağırlığı taşımak demek” olduğunu zannederler!

Aradan kısa bir zaman geçti.
Telefonumdaki arkadaşım çığlık çığlığaydı.
“Orda mısın? Dedi. Biraz sonra seninle tanıştırmak için birini getireceğim.”
On dakika sonra da hoplaya zıplaya daldı odama. Kapının arkasında bekleyen mahcup bir kızı elinden çekip dikti karşıma;
“Evleniyoruz, dedi. Hem de bu harika kızla. Kayınpederim süper bir insan. Kayınvalidem beni evlatlarından daha çok seviyor. Bizimkilerle de bir iyi anlaştılar ki sorma. Ben evleniyorum arkadaş… Darısı senin başına!..”
Bir ara fırsatını bulup fısıldadım;
“Oğlum, iyi düşündün mü? Bak başından istenmeyen bir yeni tecrübe geçti…”
Uzun uzun baktı gözlerime:
“Ne tecrübesi geçti ki benim başımdan, istenmeyen?..” Dedi.
…..
Nikahında vardım yine… Yine konuşuyordu birileri. Diyorlardı ki;
“Sanki evlilik piyangosunun ikinci defa isabet ettiği kişi işte bu!..”

Bir gün telefon etti. Dedi ki;
“Bu akşam bize geliyorsun… Evliliğimizin sekizinci yıldönümüyle, dört numaranın ikinci yaşgününü birlikte kutluyoruz… Pasta masta alacaksan şimdi alma, borcun olsun. Ev yiyecek dolu…”
Okula başlayan abla ile iki yaşındaki kıvır kıvır saçlı minik kızın arasında iki de haşarı oğlan vardı. Bir curcuna ki o akşam, evlere şenlik!..
Bir ara sordum yine;
“Sekiz sene içinde hiç probleminiz olmadı mı aranızda?..”
“Olmaz olur mu, dedi özellikle karısına duyurmaya çalışarak. Bizim hanım hâlâ bol barbunyalı lahana yemeği pişirmeyi öğrenemedi kaynanamdan!..”

Diğer arkadaşımı da gördüm geçenlerde.
Sekiz senedir aynı işte çalışıyor, aynı görevde takılmış kalmış, aynı evde oturuyor, hatta aynı elbiselerle dolaşıyor…
Omuzları biraz daha çökük, boynu biraz daha eğik, kafasının içine sekiz sene daha tıkıştırılmış bir halde.
“Evlensene artık, dedim. Belki hayatın bir düzene girer…”
“Sekiz senedir zaten bir düzene sokmaya çalışıyorum hayatımı, dedi… Evlenmem için iyice düşünmem gerekiyor. Karşımdaki insanı iyice tanımam gerekiyor. Hatırlıyor musun, sana tam altı sene önce Eylül ayında ….’ta otururken anlatmıştım; karımın …. huyuna sahip olmasına sebep olan kayınpederime aslında kendi annesinden almış olduğu terbiyenin yapmış olduğu tesiri. Ya çocuklarımız olsaydı ve karım benim çocuklarıma aynı yanlışı isteyerek veya istemeyerek aktarmış olsaydı…”

Sıkılıyoruz;
Çünkü sıkıldığımızı düşünüyoruz!
Tükeniyoruz;
Çünkü tükendiğimizi düşünüyoruz!
Boğuluyoruz;
Çünkü boğulduğumuzu düşünüyoruz!..
Ama tam tersi de var.
Mutlu oluyor birileri, çünkü mutlu olacaklarını biliyorlar…
Evleniyor ve çoluk çocuğa karışıyorlar; çünkü iyi bir yuva kuracaklarını düşünüyorlar…
Her günü yeni bir gün, taze bir ümit olarak buluyorlar; çünkü dünleri “sadece bir tecrübe” olarak algılayıp, bütün ağırlıkları boşaltıyorlar hafızalarından.

Ve diyorlar ki;
Hiçbir yük ağır gelmez insana;
Önceki sıkıntıları boşalttığın sürece!..

———————————————————

Yenilen; kalk ayağa!
Herşeyini yitiren; dövüşe devam…
Kavramışsan olup biteni, seni kim tutabilir?
“Hiçbir zaman”dan “Bugün” doğar. Bugün yenilen, yarının yenenidir.
Nihal – İzmit

İnanamıyorum gözlerin hâlâ deli biberler gibi. Sıcak bir kumsala sevinçle yayılan dalgalar gibi hâlâ yüzünde gülüşlerin. Dişlerin de aynı dilin de, unutmuş bile olsan adımı…
Gön: Ahmet Faruk Yavuz – Adana

Stop
Muammer Erkul
02 Mart 2000 Perşembe

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir