Zaman vermek, sevmektir [01 Mayıs 2002 Çarşamba]

Durumunu anlatan tanıdığına inanırsan ve sende de varsa, çoğu zaman istediği şeyi verirsin.
Özellikle Cuma günleri cami önlerinde oturanlar merhametini harekete geçirmeye çalışırlar… Genelde inanılmaz bunlara, ama yine de üçer-beşer kuruş veren çıkar…
Pazarda gördüğün anne, oyuncak tezgahının önünden gitmeyen çocuğuna dil, çocuk ise gözyaşı dökmektedir…
Çocuk paranın ne demek olduğunu bilmez, ama sen bilirsin… Bir de o solgun kıyafetli annecik, kendi cüzdanındaki paranın hesabını bilir. Hem de her kuruşuna kadar…
İşte o an, o çocuğun gözündeki son damla, sanki bir sıcak kurşun gibi gelip; senin kalbine düşer… Ardından, neler olduğunu sen bile anlayamadan; beş adım sonra, aynı oyuncağı satın almış ve annesine görünmeden o ışık gözlü çocuğun eline vermişsindir bile…
Uzaktasındır şimdi… Bilirsin ki o kadın “çocuğuna oyuncak hediye eden” meçhul kişinin kim olduğunu anlamaya çalışmaktadır, ve ağlamaya çalışmaktadır… Ama senin dünya umurunda değildir artık. Çünkü günün; o çocuğun gülen bakışlarıyla aydınlanmaktadır!.. 

Bazen parandan bazen de malından verirsin az veya çok, istenince veya istenmeden, düşüne düşüne yahut hiç düşünmeden…
Bazen bir yavru köpek karşına çıkıp tam da gözünün içine bakar. Sen, elindeki yemeğinin ancak yarısına kıyabilirsin…
Bazen bir vapurun güvertesinde, hiçbirini bir diğerinden ayıramadığın martılara; küçük parçalar halinde yedirirsin de, kendin hiç yemediğini ancak simitin bittiğinde hatırlarsın!..
Cebinde duran parayı da, evde yatan eşyayı da vermek önemli değildir sanıldığı kadar… Çünkü bunlar değildir insanın en kıymetlisi!.. Bunlar; verebileceğin en değerli şeyler değildir… 

Hayat vermek; para vermekten de, mal vermekten de, yemek vermekten de iyidir, çoğu zaman, ama…
Hayat vermek, ölmek değil; kendi hayatını sevdiklerin için küçük parçalar halinde ayırabilmek demektir…
Hayat; bahar yağmurları gibi çisil çisil, azar azar, yudum yudum, damla damla verilir… Ki, bir işe yarasın!..
Sevmediğin birine paranı verebilirsin belki, malını verebilirsin belki; ama sendeki en değerli “verilebiliri” sevdiklerinden başka kime verebilirsin?.. 

Bunlardan, benim sizi sevdiğim meydana çıkıyor galiba, değil mi?..
Ve ben, her geçen gün, bana zamanlarını vermiş olanları daha bir minnetle anıyorum; “bana bir harf öğretenin, neden kırk yıl kölesi olmam gerektiğini” idrak etmeye çalışarak!..
Hadi, bakın arkanıza bir daha; ve size verdikleri “zamanlarını” almış olduklarınıza daha sıkı sarılın… 

Zaman vermek; sevmektir!..
Sevmediğin birine sevdiğin şeyini verebilir misin?..
Peki zamanını veriyorsan birine, yani hayatının bir parçasını… Ve bunu tekrar, ve tekrar, ve tekrar vermeye devam ediyorsan; sanki ona “damlıyor” gibi…
Bu, sevgi değil de nedir?..

Stop
Muammer Erkul
01 Mayıs 2002 Çarşamba

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir