Zaman, yok aslında!.. [14 Ağustos 2009 Cuma ]

Zaman filan yok aslında!
Bir ben varım bir de sen, sonra da diğerleri…

Zaman yok; sevgi var, ışık var, gündüz var, beyaz var; bir de bunların zıddı!
Zaman; işte bunların, içimizden dışımıza çıkabilmesi için bize verilen müddet: İçinde olanı çıkar hadi dışarı!
Konuş ki kuru dağları ormanlar kaplasın, sarı ovalara çiçekler serilsin…
Konuş ki karanlıklar aydınlığa dönsün ve ışıklar dökülsün sağanak gibi…
Konuş ki zemheri ayazları, bebek yanakları gibi pembe pembe ılınsın…

Zaman yok aslında; bana verilen süre var ve sana verilen müddet. Öyleyse ne yapmamız gerekir, ilk önce; birbirimizi sevmekten başka?..

İnsanlar saydam balıklar gibi şeffaf yaratılsaydı… Cam fanusların içindekiler gibi görülseydi içlerindekiler, ne olurdu?
Mahvolurduk!
İçimizdekini dışımıza çıkarmak; kendi elimize verilmiş. Ama ne çıkardığından mesulsün!
Bu hem ne kadar güzel ve hem de ne kadar tedirgin edici.
Bunun adına “sınanmak” diyorlar, işte imtihan sırrı!

Kapalı kutular gibi insanlar; hepsi birbirinin benzeri, etten ve kemikten yaratılmış.
Fark ise şu:
Te-ri-miz!
Hangi yolda terlemişsen o yolun rengi zuhur ediyor teninde!

Fakat yolların sonunda aynalar var, bekliyor bizi aynalarımız…
Yolların sonunda bizi bekliyor “eyvah”larımız!

Zaman filan yok aslında…
İyi de, zaman yok ise “aman” da olmayacak değil ya…
Aman, dikkat!..

Stop
Muammer Erkul
14 Ağustos 2009 Cuma

 

1 Yorum

  1. Fanus ve balık…
    Uçan balon ve uçamayan balon…
    Kafeslere kapattığımız kuşlar…
    Çağrışım bu olsa gerek…
    Neden uçsuz bucaksız okyanuslarda yüzmesi gerekirken küçücük bir cam kutuda yüzen balıkları saatlerce seyreder, neden gökyüzünün maviliğinde süzülmesi gerekirken küçücük bir kafeste yaşayan kuşları izlemekten zevk alırız. Çünkü biz ne okyanusta özgürce yüzebildik ne de gökte olabildiğince uçabildik. En çok tutsak edilmek istenenler özgürlüğe en çok yatkın olanlar, kendini özgür sananlar ise en çok tutsak olanlardır. Ve tutsaklar da özgürleri tutsak ederek özgürleşeceğini sandılar. Bu yüzden küçüklüğümüzde balıkları akvaryuma, kuşları kafese kapatıp, uçan balonlara ip takmadık mı? Küçüklüğümde balonlarla oynamaya bayılırdım. Onlar hep benimdi. Oynamadığım zamanlarda cebimde, oynadığımda ellerimde. Ona ben nefes verip hayat bahşediyor, canım istediğimde de söndürüyordum. Ama onlar kâh elimde, kâh yerde kâh ayaklarımda gezer, birgün canımı sıktıklarında ise onları patlatırdım.
    Ama uçan balonlar öyle değildi. Onları asla cebimde gezdiremedim, hep ellerimdeydiler. Onlar nefes üfleyecek kadar da benim değildiler. Çünkü onlar özgür yaratılmışlardı. Cebine sokmak istersen ya da nefesinden nefes vermek istiyorsan öldürmeliydin onu. Neden sonra diğerlerini kaybettiğimde o kadar üzülmezken uçan balonlarım gittiklerinde o kadar üzüldüğümü anladım.

    GÜLŞAH ERSİN

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir