Elinden geldiğince ikram etmeyi severmiş, dedim ya dedem için…
İkram, sadece yedirip içirmekle olmaz ki. Ambarındakini ikram eder gibi; hafızandakini, aklındakini de ikram edeceksin millete,,, fakat; usûlünce…
Çünkü öğretmeyenin bildikleri de ölür kendisiyle birlikte…
Unutulur gider, nice yedirip içiren; ama öğretenler unutulmaz…
Öyle, değil mi?..
Torunlarından biri (ama hangisi bilmiyorum) doğduğu zaman bir koç kesip kazan kaynattırmış bahçede dedem ve çağırmış ahâliyi… Gelmiş bütün köy halkı, yeyip içmişler ve dualar etmişler ikram sahibine…
Bir ara seslenmiş dedem, içerden bebeği getirmeleri için. Getirmişler; mini minnacık, pembe-kırmızı, yumuk gözlü bir bebek… Ağzını açıp etrafında meme aranıyormuş.
Kucağına almış onu ve demiş ki yüksek sesle:
"Biliyorum, böyle soru olmaz… Ama, yine de bir tahminde bulunun; bu bebek kaç yıl yaşar?.."
Herkes birbirine bakmış… Hepsi de ilk defa karşılaşıyormuş böyle bir soruyla. Her kafadan bir ses çıkmış… Ama ısrar ederek, demiş ki dedem tekrar:
"Hadi, bu bebek olmasın, daha geniş düşünerek söyleyin; bununla birlikte doğan bir bebek kaç sene yaşar?.."
…..
(Şimdi, tam da burasında bir saplama yapalım konuya…
Kendinizi koyun oradaki insanların yerine ve siz cevap verin; o gün, ve hatta bugün doğan bir bebek kaç sene yaşar..)
Bakmışlar ki soru ciddi ve bir cevap aramışlar kendi içlerinden.
Yeni doğanların bir kısmı bebekken, bir kısmı da çocukken ölür, diye düşünmüşler. Bir kısmı askerden dönmez, bir kısmı kazalarda ziyan olur… Ani ölümler, ve salgınlar, ve ağır hastalıklardan kurtulabilenlerden geri kalan küçük bir kısmı ancak ihtiyarlığı görebilir, diye düşünmüşler…
Fakat hemen hemen hepsi, kendi bulundukları yaşların beş ila on sene fazlasını söylemeye karar vermişler…
"Tahmin ettiğiniz yaşı bana söyleyesiniz diye sormadım, demiş o sırada dedem. Üstelik merak bile etmiyorum…"
Herkes bakmış gene birbirine. O devam etmiş:
"Tahmin ettiğiniz ömrün içinden, şu an içinde bulunduğunuz yaşınızı çıkarmanızı istiyorum!.."
Ürpermiş çoğu…
Ve herkes, ister istemez çıkarmış kendi yaşını, demin tahmin ettiğinin içinden, ve herkes ürkerek fark etmiş ki; kendi ömrünün çoğu gitmiiiş, pek azı kalmış!..
Dedem heyecanlı ve neşeli bir insandı, o kadarını hatırlıyorum… "Kuyu"nun dibinde bırakmazdı, morali çöken insanları. Ve tahmin ediyorum ki; o zaman da üstündeki bulutlarını bekletmeden üflemiştir insanların.
O ziyafet perşembe gününün akşamı, yani cuma gecesiymiş…
Ve yarın öğle vakti köyün camisinde, sanki yine ziyafet var gibi hiç eksik yokmuş neredeyse…
Cuma namazından çıktıktan sonra caminin imamı, yaklaşmış dedeme, ve demiş ki:
"Allahü teala torununa uzun ve hayırlı bir ömür versin inşallah…
Ziyafetinse lezzeti, belli ki herkesin damağında duruyor, silinmemiş hâlâ…"
Stop
Muammer Erkul
20 Şubat 2004 Cuma