Baston sanır ki, elinde taşındığı adamı kendi taşır… Bilmez ki; dağlar dolusu orman, ormanlar dolusu ağaç var.
Ağaçlarınsa her dalı birer baston!
Baston sanır ki, emsalsiz olduğu için verilmiştir bu görev kendisine…
Bilmez ki; ya tutulacak bir budağı vardır kenarında veya yaşken eğilmiştir, ele gelecek biçimde!
Bazısı da der ki; bak, işte başım dimdiktir. Eğilip bükülmedim, ne de budağım, yongam var. Bilmez ki; ibretliktir, merhamete timsaldir!
Her odundan baston olmaz belki sultan eline; ama her odun, kullanılabilir bir ihtiyaç için: Sandalyenin bacağı, masanın ayağı… Kitaplığın rafı, çatının kirişi… Duvarın direği, temelin kütüğü… Kapının pervazı, pencerenin kanadı… Merkebin eyeri, hamamın takunyası…
Ve kalem… Defter… Kitap…
Hatta tahtın iskeleti…
Ya da, ateşin odunu!
Ya adamsın ya odun!
İkisi arasında, sadece “anlama” farkı var!
İşte bu idrak, odunu adam yapar. İdraksizlikse adamı odun!
Kibri, kibrit olup sahibini yakar, çoğunun!
Baston sanır ki, kimin elinde taşınıyorsa, onu taşımaktadır…
Zanneder ki; emsalsizdir, benzersizdir, rakipsizdir, bulunmazdır da bunun için verilmiştir görevi kendisine…
Düşünmez; bilmese de bir sebebi vardır, kavuştuğu nimetin!
Ormanın parçası bile olsa, her bir ağaç ancak birkaç ağacın varlığını görebilir çevresinde…
Fakat sen? İnsansın… Pencereden bak bakalım; dışarıda yürüyenler nereye gidiyor, sel gibi akanlar nereye dökülüyor?..
Düşün bakalım: Kibirli baston, eğer seçilmeseydi, acaba şu anda hangi fırının ocağı başında, yakılmayı bekliyor olacaktı!
Muammer Erkul
27 Ağustos 2010 Cuma
Abi ağzına sağlık.
ÖMÜR