Duygusal alacakaranlık
Pişmanlıklara benzeyen bir “gurur” duygusu!.. Yahut, bir taraftan kendini takdir ederken kendin; bir de, içinde “vazgeç” diye yırtınan ağzın “payını” verme telâşı…
…..
Yani bir duygusal alacakaranlık!..
Yani ben, bir “kuyu karanlığının” içindeyken; bir de şu ay yansıtmasa ışığı…
Yani bilmesem ki güneş yok değil!..
Yani, yapmam gerekenin;
Sabretmek…
Ve karanlıkla savaşmak olduğunu bilmesem…
Yani böyle imânım gibi; “Vallahi bu karanlık bitici”, bilmesem…
Ve olmasa sabretmenin öbür yanı aydınlık;
Değil her “günü” yarına yolcu ederken ardından mendil sallamak; daha ilk akşam batardım yere, ben de güneşle birlikte!..
Pişmanlıklara benzeyen bir gurur duygusu…
Yahut, içindeki yırtınışları susturma telâşı…
Yani bir duygusal alacakaranlık içindeyken ben sanki anlamı kalmıyor yansımaların… Sanki bütüün sesleri emen bir süngere dönüyor zamanın duvarları…
Ve sanki senden çıkan her şey olarak;
Damla damla yutuluyorsun!..
Senin için yazılmış bir şiirin…
Senin için yakılmış bir türkünün “senin için yapıldığını” bilmezden gelerek…
Karışarak kalabalığın arasına, şehrin “gargarasına” dahil olmak!..
…..
Ve “yürümek” istiyorsun sadece;
Belki de kimselerin görmediği, ama işte önünde uzayıp giden kendi yolunda!..
Yani bu karanlık içinde düştüğüm kuyularda, bir de şu ay yansıtmasa güneşin ışığını…
Yani bilmesem ki güneş yok değil!..
Yani, yapmam gerekenin; sabretmek ve karanlıkla savaşmak olduğunu bilmesem…
…..
Yani böyle imânım gibi; “Vallahi bu karanlık bitici” bilmesem…
Ve olmasa sabredene öbür taraf aydınlık;
Değil her günü “yarına yolcu ederken” ardından mendil sallamak;
Daha ilk akşam batmaz mıydım yere, güneşle birlikte?..
——————————————————–
Van olimpiyatları (!)
(E n’oolur ki yani biraz daha sabırlı olsak… Şunun şurasında dünyada kaç şehir kaldı ki olimpiyat yapılmamış?. Eninde sonunda sıra bize de gelir nasılsa!..)
Öcal Uluç ağabeyimizin geçen gün yayınladığı yazıyı okuyunca, benim de bir benzerini yazdığım… Sonra da bunu yayınlayıp yayınlamadığım aklıma geldi ve baktım; bilgisayarımın içindeki bir sürü not ve yazının arasında yatıp duruyor… İyi mi?..
(İyi iyi… Belki de böylesi daha iyi. Birazdan o yazıyı silip yok edeceğim zaten!..)
…..
Uluslararası olimpiyat komitesi üyelerini, ve “olimpiyatların hangi ülkeye verileceğini” belirleyecek oyları kullanacak olan delegeleri başımızın üzerinde gezdirip, adamları gece-gündüz “memnun” etmeye çalıştığımız günlerde yazmıştım onu…
Ve şöyle diyordu yazı:
“Elbette Türkiye’yi seçmeyecekler…
Ve de inşallah Türkiye’yi seçmezler…”
…..
Türkiye Milli Olimpiyat Komitesi’nden bahsetmeyeceğim şimdi, bizim sokağın (o günlerde, her birinin üzerinde ve ellerinde olimpiyat bayrakları olan) delikanlılarından bahsedeceğim.
…..
Gerçekten bunu göremiyor musunuz da çocuklar, böyle peşine takılıp gidiyorsunuz kendi vehimlerinizin?..
Ekranlarda yayınlanan kliplere-mliplere kanacak kadar nasıl saf olabiliyorsunuz, o adamları da bu kadar saf sanacak kadar?..
…..
Adamlar gelmiş… Biz gırtlağımıza kadar kriz içindeyiz ve paramız yerlerde sürünüyor…
Adamlar gelmiş… Ve bizimkiler;
“Görüyor musunuz, bizler aslanlar gibi dimdik ayaktayız. Gelin sırtımıza çıkın da, size bir mehtap gezintisi yaptıralım suyun üstünde. Ve sakın bizi boğuluyor falan da sanmayın, bakın bizler nasıl çılgınlar gibi eğlenmedeyiz” pozlarında… Ve “inşallah adamlar televizyon seyretmiyor, gazete okumuyordur” dualarında!..
…..
(Söylendiği gibi devletin kasasında gerçekten hiç para kalmamış idiyse), kendi maaşlarını alabilmek için dahi, yüzlerce “seçilmiş”in; bir “atanmış”ın, borç para bulmak için on binlerce kilometre uçuşlarını umutlu gözlerle beklediği bir ortamda…
Kafalar havada…
Gözler bulutların arasında.
Zeki-Metin filmindeki gibi;
Nereye bakıyor bu adamlar?..
Bir kısmı Kemal Derviş’i getirecek uçağı, bir kısmı Uluslararası Olimpiyat Komitesini ve seçici delegeleri getirecek uçağı gözlüyor…
… idi.
Çok şükür “şimdilik” kurtulduk!..
Bakan Derviş geldi, komite üyeleri de gitti sonunda…
Bu arada birilerinin ekmeği yağlandı mı, haberim yok. (En azından, sporun ve politikanın bilinmezleri benim işim değil!)
Ama şimdi düşünüyorum; adamları getirip (tarihin kaydettiği en acınası dönemlerimizden birinde) gece gündüz sırtımızda gezdirip, yedirip, içirip, eğlendirdiğimiz günlerde yayınlamış olsaydım o “Elbette Türkiye’yi seçmeyecekler… Ve de inşallah Türkiye’yi seçmezler…” diyen yazıyı, geçen gün “hangi yönde verileceği” açıklanan kararın müsebbibi olarak acaba beni gösteren olur muydu?..
…..
Bakın şimdi aklıma bir de;
“Artık hepimizin bildiği, 2008 Olimpiyatlarının Türkiye’ye verilmeyeceği” haberini öğrenmek için, oylamanın yapılacağı Moskova’ya kimler ve kaç günlüğüne gidecek?.. Sorusu takıldı…
Merak işte; niye çocukluğumuzdan beri 2008 kere gündeme geldi şu “olimpiyatların ülkemizde yapılması” tantanası…
…..
Şimdi bambaşka bir konu ve bambaşka bir soru: İnsan, bir kere olumsuzluklara bakmaya başladığı zaman niye habire olumsuzlukları görmeye başlıyor?..
Daha da tuhafı; belki tepeden tırnağa olmasa da, en azından paçalarının çamurlanacağını bile bile niye çamurun üstüne üstüne gitmek istiyor insan?..
Siz de benim gibi anlamıyorsunuz bunu, değil mi?..
İyi öyleyse, anlamaya anlamaya yürüyelim çamurların gözüne gözüne!..
…..
Alın size bir “çamur” daha:
Sizler, memleketin bu bilmem kaçıncı kurtuluş savaşı dedikleri zor ve sıkıntılı günlerinde olimpiyatların İstanbul’a verilmiş olması halinde neler olurdu sorusuna cevap buladurun;
Benim aklıma bazen de; DİYARBAKIR OLİMPİYATLARI’nın, özellikle de “VAN OLİMPİYATLARI”nın bu gidişle İstanbul olimpiyatlarından daha önceki bir yılda yapılacağı bile geliyor!..)
Stop
Muammer Erkul
22 Mayıs 2001 Salı