Enstrümansız şarkı!.. [02 Ekim 2000 Pazartesi]

Enstrümansız şarkı!..

Bir arkadaşımın arabasında, başka bir arkadaşımın ağzından… Mikrofonsuz, enstrümansız, çıplak sesle bir “şarkı” dinledim geçenlerde…
O tek dinlemeyle çoğunu ezberleyip, günlerce söylediğim bir şarkı…
…..
Helal sana Akif… Bu duygularını yayınlamalıyım ki bütün dostlarımızla paylaşmış olalım:

Kelebekler yağmurda uçamaz
Bir düş gördüm kelebekmişim, / Üç günmüş ömrüm ölecekmişim, / Dostlar buldum sevecekmişim, / Yalnız kaldım diyecekmişim.
Çiçekler baharda açacak / Ve ben aralarında uçacak, / Daldan dala konacak, / Sonunda düşecekmişim.
Bir düş gördüm kelebekmişim, / Üç günmüş ömrüm ölecekmişim, / Yağmur yağsa sinecekmişim, / Bir damla suyla gidecekmişim.
Aşkım baharda coşacak / Ve ben onunla taşacak, / Günden güne yanacak, / Sonunda sönecekmişim.
Bir düş gördüm kelebekmişim, / Bir damla suyla gidecekmişim…
Kelebekler yağmurda uçamaz… / Kelebekler yağmurda uçamaz.
Akif Özkan

———————————————————

Sevda türküsü
Merhaba Muammer Abi,
Bana yazdığın cevabı aldım ve çok sevindim.
Eğer şu ÖSS’de İstanbul’u kazanırsam ilk önce deniz kenarına inip bir kaç tane istavriti serbest bırakacağım, hani şu yeşil leğene düşen yavrulardan. Sonra da seni bulacağım, inan bana; bir gün karşına dikilip beni kucaklamanı bekleyeceğim…
Neyse aşağıda içimi sızlatan, beni dolu dolu edenlerden bir kesit var:
Nedendir bilmem ağlamak isterim bazen sevdanın anısına. Hani şu eski zamanlarda kalmış sevdaların anısına. Yarlığımdan habersiz çekip giden sevgilinin ardından hâlâ gün saydığım için dostlarım bile güler bana. Ve ben bir sevda türküsü tuttururum derinlerden, yüzüme bir tebessüm yayılır ve anlaşılamamak bile hoşuma gider böyle zamanlarda.
Öfkelenirim bazen olması gerektiği gibi olmayanlara, yüzüm kızarır sinirden ve neden diye sorarım. Cevap vermez kimse, dalga geçerler; ve ben bir sevda türküsü tuttururum herkes güldüğümü sanır oysa gözyaşlarım yüreğimi ıslatır.
Gülerim bazen ağlanacak halimize ve güldüğümde kimse susturamaz beni: Sanatçı olduğunu söyleyip soytarılık yapanlara, sarhoş olunca rahatladığını söyleyenlere… Katıla katıla gülerim. Yüzümde tebessüm eksik değildir yine ve gönlümde sevdanın türküsü…
Bazen dostlarım bile sıkılır benden ya da şöyle demeli; ben sıkarım onları. Yalnız kalırım, ama dönerler sonra çünkü gerçekten dosttur onlar ve ben hiç kırılmam; çünkü kırmamak değil kırılmamaktır marifet… Sevda türküsü hiç düşmez gönlümden…
Hayatı doyasıya yaşarım ben ya da hayat harcar beni gün be gün. Hasreti çekerim içime her nefeste; denizlerde koşarım, bulutlarda yüzerim. Bazen de düz yolda düşerim, ama hiç eksik olmaz gönlümden, Sevda türküsü…
Muharrem Samanlı

Bitliler buraya!..
* Ortaçağda bitlere ‘yoksulluğun incileri’ denirdi. Canterbury başpiskoposu Aziz Thomas, öldüğünde üzerinde bit kaynaştığı için çok yüksek mertebeden bir aziz olarak bilinir.
* İnsanlık birçok hastalığın bitlerle bulaştığını çok geç öğrendi. Bit yoluyla geçen bit tifüsü Trablusgarp Harbi, Balkan Harbi ve 1. Dünya Savaşı’nda Türk ordularına büyük zorluklar yaşatmıştı.
* Ortaçağ’da İsveç’in Hurdenburg kentinde belediye başkanı seçimlerinde adaylar bir masanın etrafına oturur, sakallarını masaya değdirirler, ortaya konan bit hangi adayın sakalına yönelip giderse o yıl belediye başkanlığına o kişi seçilirdi.
* 4000 yıllık mumyalarda bitlere rastlanmıştır.

Bernad Shaw’dan:
* Bu dünyada ilerleyen kişiler, kolları sıvayıp istedikleri ortamı arayan, bulamazlarsa kendileri oluşturan kişilerdir.
* Ünvanlar sıradan kişilere saygınlık getirir, üstünlere utanç verir, alttakilerin eline düşerse değerini yitirir.
* Dünyanın ilerlemesi, gerçek sayılan şeylere boyun eğmemeye çalışarak, kendi içgüdülerinin üstüne gitmekte direnebilen kişilere dayalıdır.
Gön: Dündar Solak

Mektup: Yine teşekkürler sana…
Ben İzmit’ten Bahar.. Tarihleri bile üzerinde olmayan STOP Köşesi’nden kestiğim yazıları okuduğum yıl sayısı kaç bilmiyorum bile… Seneler önce belki 1995 yılının sabahında yazdığım bir yazıyı köşende okuduğumda nasıl sevindirmiş ve yazdıklarınla o kadar gönlümüze beynimize yerleşmişsin ki, seni bulma ve sana yazma gereği duydum… Neydi yaptığın, “paylaşmak”… İçimizde, ama dışarıya vuramadığımız onca güzellikleri “gün ışığına çıkarmaktı”… Farkında bile değilim, inan belki çok devrik cümlelerden oluşan birşeyler yazıyorum sana ama içimden geliyor…
Yazmak istediğim o kadar çok şey var ki sana… Hâlâ bu köşede olduğuna inanılmaz sevindim. Çok uzun zamandan beri yazılarını takip edemiyordum. Biliyorsun ki burada büyük bir felaket yaşadık. Yüce Mevlam inşallah bir daha böyle bir felaketle karşı karşıya bırakmaz bizi, cümle insanımızı.. Bu günkü yazını okudum hâlâ aynı güzelliktesin onu anladım…
Herşey gönlünüzce olsun bizleri bırakmayın…


Stop
Muammer Erkul
02 Ekim 2000 Pazartesi

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir