Hayat bir hikâyedir! [01 Ocak 2001 Pazartesi]

O kadar çok hikaye dinledim, o kadar çok hikaye yaşadım ve o kadar çok hikaye anlattım ki…
İnanacak mısınız bilmem; İlk hatırladığım şey bir kitaptır. Garip gelmesin size; hiçbir şey hatırlamıyorum o kitaptan önce.
Sanki daha öncesi yok, gibi…
…..
Mavi badanalı bir odanın içindeyiz…
Ev Harmantepe’nin, Harmantepe ise Paşabahçe’nin tepesinde…
Paşabahçe şimdiki Paşabahçe’ye pek benzemiyor o zamanlar…
Babam, Cam fabrikası’nda işçi… Fabrikada işçi olmak çok önemli. Çünkü herkes olamıyor… Çünkü babamın simsiyah bıyıkları var…
Ben var ya, siyaha "kara" dendiğini bile öğrendim. Babam bana "Paşam" diyor…
Babam "paşa"sını, mavi badanalı odanın köşesindeki, demirleri maviye boyalı karyolanın üstüne koyuyor… Sonra da kitabını alıyor.
Bu kitabın da adı Davut…
Hatta "Kara Davut" diyorlar…

Biz evde kaç kişi miyiz?
Annemle babam… Üç tane ablam…
Şimdi bizimle beraber başka kimi saymam lazım?.. Duman’ı mı, yoksa Kara Davut’u mu?.. Kitaba, böyle adını söylemek tuhaf geliyor bana. Babamı adıyla çağırmak gibi!..
Duman’ın da pireleri var…
İkisini de sayayım en iyisi… Yani, kaç yapar? Yedi kişi var evde… Ben, ona kadar bile sayarım…
Demek ki, diye düşünüyorum… Kitapları da sahiplerinin adıyla çağırıyorlar!..
Çünkü babamın kara bıyıkları var ya… Çünkü kitabın da kara bir bezden dışı var ya… İkisi de birbirine benziyor işte…
Kara Davut, Kara Davut okuyor; babamın "paşa"sı dinliyor…
Kara Davut, Kara Davut okuyor, ben uyukluyorum…
Ben uyanıyorum ki; Kara Davut, Kara Davut okuyor…
Kara Davut, Kara Davut okuyor, babamın paşası gene uyukluyor…

Adı babamın adının aynı olan bu kitabın çok değerli olduğunu biliyorum…
Dedem iyi dedee… Ben onu tanıyorum. Şuraya, iskemlenin üstüne oturmuştu da ibrikle abdest almıştı… Bu kitap da iyi kitap… İçinden ne güzel hikayeler okuyor babam bana…
…..

Kara Davut, içinde çook hadiseler yazılı kara kaplı bir kitaptı…
İbrahim aleyhisselam isimli peygamber İsmail ismindeki oğlunun boğazını kesecekken gökten bir koç geldi… Halamın oğlunun da adı İsmail ya, o zaman çok korktum…
Bir de kötü adam vardı kitapta.
Kendisine, üzerine oturacağı bir şey yaptırdı. Altındaki dört köşesine dört büyük kartal bağladı. Üstteki dört köşesine de etler bağladı. Kartal, kuş demek… Bu büyük kuşlar onu taaa havalara kadar uçurdu. Yükseldi yükseldi. Yayına bir ok taktı ve iyice gerdi…
Sonra mı?.. Sonrasını biliyorum ama, en iyisi anlatmayayım…
O çok akılsız bir adamdı… Çünkü Allahü tealaya inanmıyordu.
Dinlediğim bu hikâyeler hayatımın ilk hikâyeleridir işte…
Kara Davut ise ilk hatıram…
Ondan sonra da o kadar çok hikâye dinledim, o kadar çok hikâye yaşadım ve o kadar çok hikâye anlattım ki…
Artık hayatımın bir hikâye olduğuna hükmetmeye başladım.
Evet, hayat bir hikâyedir aslında, değil mi dostlar?..
Hem de; ucundan tutup hangi yana çekersen, genellikle o tarafta biten bir hikâyedir!..
Şu an, bunu anlayabilecek kadar zekî insanlarla konuşmaktayım elbette, değil mi?..

Gelelim sonuca…
Yani, bu sabah yüzümü yıkarken aniden aklıma gelen hikâyeye…
Aslında siz bunu, yeni bir yılın ilk günü okuyacaksınız… Aslında siz bunu yeni bir "bin yılın ilk günü" okuyacaksınız… Bu tarafta ise henüz oruçluyum ben ve yarın ve öbür gün de oruçlu olacağım inşaallah.
…..
Şimdi aklıma geldi; belki de yılbaşı diye televizyonun karşısında sabaha kadar vakit öldürdünüz ve yorgunluğunuzu gidermek için, bugün gazeteleri açmayacaksınız!.. Olur mu, olur…
Ben açabilir miyim o sabah, şimdi yazdığım yazının basılacağı gazeteyi ve okuyabilir miyim bu satırları bilmiyorum…
Bildiğim şu ki; laf uzadı yine!..
Hadi bakalım, her birinize iyi binyıllar…
Hayırlı, …ve başarılı, …ve sağlıklı, …ve mutlu seneler…
Artık bitiriyorum yazıyı; sabah sabah, daha yüzümü yıkarken aklıma gelen şu hikaye ile:

Bir sabah, canım öyle sıkkındı ki…
Problemlerimi çözebileceğini umduğum kişinin yanına gittim.
"Vaktiniz var mı?.." diye sordum.
Kısa bir bakışla, sanki en derinime baktı…
İçimin, bir yavru kedinin oynamış olduğu yün yumağına benzeyen karmakarışıklığını görmüştü sanki;
"DÜNYA VE ÜZERİNDEKİ HERHANGİ BİR ŞEY İLE İLGİLİYSE SIKINTIN, SAKIN AĞZINI AÇMA!.. Dedi…
Bak, görüyor musun; vakit öğlene yaklaşıyor ve ben, kaçırmış olduğum sabah namazını hâlâ kazâ edemedim…
Herkesin ve hepimizin bildiği gibi; dünya ve dünya üzerinde ne varsa, hepsinden daha önemlidir her bir vakit namaz…
Sen… Sen, benim sıkıntımı düşünebiliyor musun?..
Şimdi… Bundan daha önemli bir derdin var ise hemen söyle, çaresine bakalım… Yok, değilse sus ve kendi problemini unutup benim hâlime acı!.."

Ben… Be.. ben, susup kalmıştım…
Sizi bilemem…
Siz olsaydınız ne derdiniz bilmiyorum…
Ama, ben…
Hiçbir şey diyemedim, başka tek söz söyleyemedim.
Bu hikâyeyi de, bu güne kadar, bir kere bile, hiç kimseye anlatmadım…

Stop
Muammer Erkul
01 Ocak 2001 Pazartesi

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir