(Okuyacağınız yazıdaki konu, acaba Hüdâyî hazretlerinin kerametinin bugüne bir işareti, günümüzdeki tezahürü müdür?)
……………
Büyük veli Aziz Mahmud Hüdâyî hazretleri Bursa kadısı iken akıl ile çözülemez bir dava, onun Eskici Mehmet Dede ve ardından da Üftade hazretleriyle tanışmasına sebep oldu. Derinleri gördü, gördüklerine gönül verdi… Öyle bir geçiş ile geçti ki dünyadan; nefsini kırmak için kadılık kaftanıyla sokaklarda ciğer satmaya başladı… Halk onun deli olduğuna hükmederken o kıyamete kadar unutulmayacak bir veli olma yolunda ilerliyordu. Hocası Muhammed Üftade hazretlerinden: “Oğlum! Padişahlar peşin sıra yürüsün” duasını aldı…
Aynı sene hocası vefat edince Trakya’ya gitti. Sonra İstanbul’a geldi. Verdiği derslerin tesiriyle çevresi genişledi. Üsküdar’da bir arazi satın alarak kendi dergâhını inşa etti. En fakirinden en zenginine, devlet memurlarından sadrazamlara kadar sayısız talebelerini yetiştirmek için çok gayret etti. Aynı devirde yaşadıkları padişahlar; Üçüncü Murad Han, Üçüncü Mehmed Han, Birinci Ahmed Han, İkinci Osman Han ve Dördüncü Murad Han’lar da kendisine son derece saygı-sevgi gösterip, sohbetlerini dinlerlerdi.
Sultan Ahmed Han, büyük bir cami yaptırmak istiyordu. Kararını verdi ve yerini tespit ettirdi. Temel atma merasimi için de son derece bağlı olduğu hocası Aziz Mahmud Hüdâyî ve diğer âlimleri davet etti. Temel için ilk kazma Hüdâyî hazretlerine vurduruldu. Padişah da yoruluncaya kadar temel kazdı… Böyle bir başlangıçtan yıllar sonra inşaatı biten caminin açılışını yapmak ve Cuma hutbesini okumak üzere büyük veli davet edildi.
Ancak o gün beklenmedik bir şey oldu.
Önce bardaktan boşanırcasına yağmur başladı. Sonra bir fırtına patladı. Bu şartlar altında Üsküdar’dan Sarayburnu’na geçmek imkânsız hale gelmişti… Ne var ki Şeyh hazretleri de geleceğine dair Hünkâra söz vermişti… Bu sebeple Üsküdar iskelesine inip bir kayık kiraladı ve besmeleyle bindi. Hocalarının bindiğini gören sadık talebeleri de sandala atladılar. Ve hep birlikte Sarayburnu istikametine doğru denize açıldılar…
İşte o zaman beklenmedik bir şey daha oldu:
Allahü tealanın izni ve Hüdâyî hazretlerinin himmeti bereketiyle, azgın deniz; kayığın önü, arkası ve her iki yanlarına birer kayık boyu mesafeye gelince duruluyor ve fırtınanın korkunç dalgaları kayığa hiç tesir etmiyordu!.. Kimselerin denize çıkamadığı o gün Aziz Mahmud Hüdâyî hazretleriyle yanındakiler karşıya geçip, merak içinde kendilerini bekleyen Sultan Ahmed Han ile buluştular.
Üsküdar ile Sarayburnu arasındaki bu yola “Hüdayi Yolu” dendi…
Bu yol… Yani Aziz Mahmud Hüdâyî hazretlerinin o dualı yolu;
Üsküdar ile Eminönü-Sarayburnu arasında ve deniz kudursa bile tesir etmediği bir geçittir…
İşte bu yüzden… Şu anda aynı yere… Yani Üsküdar ile Eminönü-Sarayburnu arasına, suyun altına döşenecek tüplerle yapılmakta olan geçidin ismine;
“HÜDÂYÎ YOLU” denmesi, en münasiptir!..
……………..
(NOT:
Birkaç yıl sonra “tüp geçit”ten geçmek yerine Aziz Mahmud hazretlerinin çizerek işaret ettiği “HÜDAYİ YOLU”ndan geçmek isteyenler; bu ismin yayılması için çaba göstermelidirler…)
Stop
Muammer Erkul
27 Temmuz 2006 Perşembe