Marmara Denizi’ne bakıyorum. Hava sıcak. Hava nemli. Havada garip bir hüzün kokusu… Dalgalar yavru kedilerin dilleri gibi, minik uzanışlarla sahili yalıyor. Martılar süzüm süzüm havada, sanki her biri bir başka hayal âleminde kayıyor.
Gölgede oturmuşum ve Marmara’ya bakıyorum; uzaklar sisliii ve sisler tuzaklı!..
On bir yıl sonraki zamanları göreceğime, on bir yıl sonra da hâlâ yaşıyor olabileceğime hiç ihtimal vermediğim o gece ayın on yedisiydi.
Tam da o saatlerde yeni paketlenmiş, dağıtılmaktaydı; hayatımda kaleme aldığım en kısa yazımın basılı olduğu gazete… Yıkıntılar üzerinde dağıtılan en kısa yazım, o zamanki Stop köşemizin, “Öğrendim ki” başlığı altında çıkıyordu o gün ve sadece tek kelimeydi.
Basılmışını okurken korktuğum, şaşkınlıklar içinde kaldığım bir kelimelik yazı, şöyle diyordu:
Ölümlüyüz!
Öğrendim ki; ölümlüyüz!..
Hepimiz gerçekten de öğrendik ki o gün, ölümlüyüz!
Ölülerimiz yüzüyordu suların üzerinde, eşyalarımız yüzüyordu, hatıra defterlerimizin sayfaları yüzüyordu suların üzerinde ve o gün dalgalar her şeyi birbirine karıştırıyordu!
Onbir yıl önceki ağustos gibi bugün de ayın on yedisi ve gene hava sıcak ve gene hava nemli. Bir fark var ki arada, o da şu: Bugün, hatıralar yüzüyor Marmara Denizi’nin üstünde, o gün cesetler yüzüyordu.
Bugün 17 Ağustos ve mübarek ramazan… Yedi gündür oruçlu olan insanlar; on bir yıldır yemeyen, içmeyen, yürümeyen, konuşmayan, soluk alıp vermeyen sevdiklerinin kabirlerine gidiyor. O gün ise bütün bölge kabristana dönmüştü…
Belki de işte o gün öğrenmiştik, hem de hepimiz aynı anda öğrenmiştik “ölümlü” olduğumuzu!
Sahildeyim ve denize bakıyorum.
Marmara, işte gördüğünüz gibi usulca uzanıyor bugün, üzerinde hatıralar…
Muammer Erkul
19 Ağustos 2010 Perşembe