İnekler ve köprüler [08 Nisan 2010 Perşembe]


 
Neredeyse sütten yeni kesilmişlerdi. Her sabah, daha güneş doğmadan evlerinden alındılar, annelerinden koparıldılar, yollara düştüler:
“Koşmayı öğrenmeniz lazım, dediler… Öyle koşacaksınız ki; önünüzde kim varsa geçeceksiniz ve ardınızdakilere yakalanmayacaksınız!”

Sevilip okşanma hatta annelerini emme yaşındaki binlerce buzağı, uykusuz göz kapaklarını açmak için zorlayarak bu tuhaf sözleri anlamaya çalıştılar!
Aslında anlamadılar da, ama herkesin yaptığı şeyi yapmaya çalışmaktan başka ne gelebilirdi ki ellerinden?

Nefes açma koşuları yıllarca devam etti; daha hızlı koşma, daha hızlı ve daha…
O yıl ve sonraki, sonraki ve daha sonraki yıllarda bu tüketici koşu, bıktırıcı yarış, bütün arkadaşlarını geride bırakma çabaları hep devam etti. Bir adım hızlı atsın, bir rakip daha geçsin diye elden gelen her şey yapıldı her biri için; ağızlarına beslediler, altlarını temizlediler, sırtlarını kaşıdılar, perçemlerini taradılar ve sıklıkla prova yaptırdılar…

Sonunda o büyük gün geldi:
Milyonlarca heyecanlı yürek aynı saatte hızla atmaya ve bütün gözler hedefe bakmaya başladı.
Her şey işte bugün içindi; koşmanın, geçmenin, çiğnemenin, kazanmanın vakti şimdiydi ve bir anda herkes yarışa başladı!..

Nefesler tutuldu; milyonlarca düve (dişi) ve tosun (erkek), koca bir nehrin üzerindeki köprüye hücum ettiler. Birbirlerini ite çiğneye ilerlediler ve süre bitti!

Milyonların aynı anda yüklendiği köprünün genişliği zaten belliydi. Ayrıca ayaklar altında ezilenler, yolda nefesi tıkananlar, köprü üzerinden aşağı düşenler oldu…

Ömürlerinin yarısını işte bu birkaç saat için harcayanların hepsi gözyaşları içindeydi şimdi. Yolda kalanlar da, aşağı düşenler de, karşıya geçenler de ağlaşıyordu!..

(…Bu yazıyı bir de yarınki devamıyla okuyun!)

Stop
Muammer Erkul
08 Nisan 2010 Perşembe

 

3 yorum

  1. Yazıyı okuyunca aklıma, sabahın 6.30 unda okula gitmek için servis bekleyen çocuklar geldi. Çoğunun gözleri uyku mahmuru. Serviste belki de yarım kalan uykusunu tamamlamaya çalışan.
    Dersane sektörünün şu anda çok ciddi bir faaliyet alanı olduğu, öğrencileri her sorunun cevabını dört şıkta aramaya mahkum ettiği geldi aklıma. Fakat her sorunun cevabının dört şıkka indirgenemeyeceğini öğretmediği.
    Sık sık kendi aramızdaki konuşmalarda, şimdiki çocuklar askerliğe doğar doğmaz başlıyor dediğimiz geldi aklıma. Anne çalışır, baba çalışır ve çocuk onlarla birlikte çalışır. Oyun mu? O da hafta sonları fırsat bulunursa.
    Bir insanın tüm hayatı boyunca geçimini sağlayacağı mesleğini, üç saatlik bir sınavdaki başarısıyla seçmek zorunda bırakılması aklıma geldi. Ya o gün o çocuk hastaysa? Ya kendini iyi hissetmiyorsa?
    Bu yazı akla, buna benzer çok şeyler getirir ağabey. Kalemine ve yüreğine sağlık.

    Gökmavi / Samsun

  2. Ömürlerinin yarısını işte bu birkaç saat için harcayanların hepsi gözyaşları içindeydi şimdi. Yolda kalanlar da, aşağı düşenler de, karşıya geçenler de ağlaşıyordu!..

    Ben ömrümün yarısını o bir kaç saat için geçirmek istemiyorum, çünkü değil yarına bir kaç saat sonrasına bile çıkacağımız belli değil. Hayat bugündür ve önemli olan içinde bulunduğumuz anı iyi değerlendirebilmektir. Kimse geçen bir saliseyi bile geri getirebilir mi? Onun için “yarın ölecekmiş gibi ahiret için, hiç ölmeyecekmiş gibi dünya için”.
    Bugün hayat güzeldir ve dolu dolu yaşamaya değer diyorum.
    Şükrolsun Rabbime kendimi iyi hissediyorum.
    Haydin hep beraber inadına kocamaaaaaaaaaaaaaaaan bir tebessüm edelim. O kısa bir an için ömrün yarısını heba edip, ağlamaktansa, aldığımız her nefesin kıymetini bilip o kısa anı bir ömre yayalım…

  3. ikinci yazının da çıkmasını beklediğim için yorum yazmamıştım. Ağlanacak halimiz bu kadar güzel izah edilebilir mi? Kalemine sağlık üstad. Sizin yazılarınızda Üstad Necip Fazıl KISAKÜREK’İN yazılarındaki ince, lakin anlamlı tespitleri yakalıyorum. Sanki büyük üstadın köşe yazısını okur gibi oluyorum. Yolunuz açık olsun. Cumanız mübarek olsun.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir