Sen İstanbul olsaydın; Ben, sende konacak bir dal bulamayan martı gibi çığlık çığlığa atardım kendimi denizlere!
Sen İstanbul olsaydın…
Sen İstanbul olsaydın, aşka doğru…
Bürünüp sevda rengine, dursaydın gurubun önünde akşam vakitlerinde.
Ve ben… Bense bir güneş gibi yakmaya gelirken seni; saplansaydım kirpiklerine, tam kalbimden…
Düşseydim ufkuna, kan-revan içinde!..
Sen İstanbul olsaydın, ve sorsaydın halimi kanatsız güvercinlere!
Sen İstanbul olsaydın;
Ve zindânım olsaydın!..
Sen İstanbul olsaydın;
Saçların, Ekim’in yirmialtısındaki çınar yaprakları tonunda…Ve gözlerin Marmara Denizi renginde olurdu, değil mi?
Ve sen İstanbul olsaydın;
Bir pembe ibrişim gibi akardın gönlüme doğru.
Değil mi?..
Sen İstanbul olsaydın;
Henüz gözden deryalar, güllerden kan damlamadan!..
Ve bilip dağlardan kalyonlar geçireceğimi; önüme surlar dikmeden ve yoluma zincirler çekmeden…
O ilk… Altından güllem, düştüğünde tam kalbinin üstüne, açardın bana kapılarını, değil mi;
Sen İstanbul olsaydın?..
Sen İstanbul olsaydın;
Bir beyaz güvercinin, şahbazdan korkuşu gibi ürkerdin benden…
Sen, İstanbul olsaydın…
Ama sorsaydın halimi de, kanatsız güvercinlerden!
Sen İstanbul olsaydın;
Ve zindânım olsaydın!..
……….
Sevgili dostlar!
Bilirim sizin hoş sürprizleri sevdiğinizi… Yanılmıyorum, değil mi?..
Ayrıca ben de bilirim ki, okuduğunuz bu yazı bundan tam iki sene evvel (yani 14 Mart 2000 Salı günü) bu köşede yayınlanmıştı…
E, azcık sıkacaksınız dişinizi, ssst!..
Bu kadar ipucu şimdilik yeter…
Stop
Muammer Erkul
03 Mart 2002 Pazar