Bilmemeyi öğrenmek… [01 Mart 2002 Cuma]

…………………………………………………..Bir………
Genellikle neşeli, heyecanlı ve yönlendirici kişiliğiyle bilinen dedem, günün birinde birkaç kişinin yanında ağlamış… Kendisini görenlerin bu hâlini yadırgamaları üzerine;
“-Hayret edecek ne var ki, demiş. Benim bildiğimi siz de biliyor olsaydınız, her biriniz benden fazla ağlardınız!..” 

Biri ukalâlık yapıp, diklenir gibi sormuş:
“-Sen ne biliyorsun ki bizim bilmediğimiz, Çavuş dede?..”
Cevap verirken kızgın mı, üzgün mü, yoksa gücenik mi belli değilmiş… Hatta sızan gözyaşlarını silmeye bile lüzum görmeden;
-Ben… Ben öleceğimi biliyorum yavrum, demiş.
Bir de “senin” öleceğini biliyorum!.. 

Susmuş, ve “konuşmayı” bir süre sessizliğe bırakmış…
Sonra alıp sözü sessizliğin ağzından, demiş ki;
-Aslında bunu, yani “benim” öleceğimi sen de biliyorsun, değil mi?..
Ama sen, “SADECE benim” öleceğimi biliyorsun!..

…………………………………………………….İki……….
Çook eskiden… Ben, şu kadarcık (yani parmak kadarcık) bir çocukken ne öğrenmiştim, biliyor musunuz?..
“Bilmemeyi” öğrenmiştim!
(Sabredin, bir şey demek olacak elbette bu laf!..) 

Çook eskiden, yani ben “parmak kadarcık” bir çocukken… Ve bütün çocukların koşup oynayabileceği kadar bahçeler varken… Ve şehrin havası tertemizken… Ve hatta, toplanabilen yağmur suları bile içilirken,,, ki zamanlardan bahsedeceğim…
…..
İşte o zamanlar, yakınlardaki bir binanın duvarı dibinde kırmızı kovalar vardı, yanyana ve üstüste duran… Sorduğumda, bunların “yangın kovası” olduğunu söylemişlerdi. Çoğunun içinde çamur ve çer çöp, hatta köşedekinde küçük bir hayvanın kemikleri dahi vardı…
Yangın kovalarını anlamıştım…
Anlamadığım; bu kovalar, bunca yağmur altında niye temiz suyla dolmuyorlardı?.. 

Bu sorunun cevabını ise patır kütür bir sağanak bastırdığı zaman kendi evimizde öğrenmiştim…
Kısa sürede ev ve bahçe iyice yıkanmıştı.
Saçaklardan sular savruluyordu.
Tam bu sırada annem dışarı çıkıp elindeki kovaların içinde ne varsa yere boşalttı… Sonra oluktan akan suyla her birinin içini güzelce çalkalayıp döktü…
…..
Ardından bütün kaplarını, içlerini çalkalayıp boşaltmış olarak…
Ve de ağızları yukarıda olmak üzere rahmetin altına bıraktı!..

………………………………………………Üç………..
İşte ben o yaşımdan sonra, içi çalkalanıp da, boş olarak yağmur altına konan su kovaları gibi (dinleyerek dolmaya, doldukça da anlatılanları anlamaya) başladım.

Stop
Muammer Erkul
01 Mart 2002 Cuma

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir