Onun hazırlandığını görür görmez, aklıma yeni bir “deneme” yapmak gelmişti… Az sonra boyum hizasındaki yüklüğün üstüne tırmanıp oturdum. Padişah gibi odaya hakimdim şimdi!..
…..
Dudaklarında mırıl mırıl bir dua ile odaya giren ve elindeki peşkiri kapının ardındaki çiviye asan dedem; aslında, az evvel koşarak buraya daldığımı da görmüştü galiba… O yüzden şimdi ben de, suratının bana dönük olduğunu hissettiğimden, tavandaki kahverengi tahtalara bakarak mırıl mırıl “saymaya” başlıyorum…
Ben… Evet ben, tam beşe kadar saymayı biliyorum çünkü!..
Yüklüğün üstündeyim ve padişah gibi hakimiyim odanın… Dedem tam benim önümde. Odada çıt yok… Ben beşe kadar saymayı biliyorum…
Çok denedim;
Dedem ilk eğilişinde mutlaka tekrar ayağa kalkıyor…
İkinci eğilişinde oturuyor… Bir süre öylece oturduktan sonra çoğu zaman gene ayağa kalkıyor.
Üçüncü eğilişinde ayağa kalkıyor ve dördüncü eğilişinde biraz oturup başını iki tarafına döndürüyor…
İşte o zaman “sırtındaysam”, yani eğer ellerim çenesinin hemen altındaysa, sakallarını tenime batıra batıra kollarımı dişliyor!.. Ben de dedemin sırtına yapışmış karnımı kıtırdata kıtırdata gülüyorum… Çünkü insanın kolları, yumuşak sakallı dedesi tarafından kıtır kıtır ısırılması çok gıdıklayıcı oluyor…
Ben saymayı biliyorum. Bir aksilik olmasın diye dedemin hareketlerini sayıyorum: Birincisinde kalkacak; evet kalkıyor… İkincisinde oturacak; evet bir süre oturuyor… Üçüncüsünde tekrar kalkacak; evet kalkıyor, ve dördüncüsünde oturup bitirecek; evet, oturuyor ve bitiriyor…
Arkasını dönüyor dedem ve bana bakıyor.
Ama ben başka “iş”lerle meşgulüm ya, onunla yüz yüze gelmeyip sağa sola filan bakınıyorum!..
Dedem tekrar duruyor kıpırtısız.
Az sonra ilk eğilişinden kalkıyor…
Şimdi dedem var seccadesinin üstünde, ben varım yüklüğün tepesinde ve sessizlik var… Sessizlik, sanki odanın içindeki üçüncü bir kişi kadar kocaman!..
Beklediğim zamanın geldiğine inanıyorum ve hemen önümdeki dedemin boynuna dolayıp kolarımı, dengem bozulmasın diye bacaklarımla da sarılıyorum beline…
Mırıl mırıl bir şeyler okumasına devam ediyor…
Ben de mırıl mırıl sayıyorum; “bir, iki, üç, dört, beş… Bu ikincisi…”
Eğiliyor dedem. Ben sırtında kalıyorum, ona yapışmış olarak!..
Sonra kalkıyor, ama hemen çöküyor yere doğru… Kalbimin, heyecandan dedemin sırtında “tıktık”ladığını duyuyorum…
Dedem oturuyor, ben onun boynuna yüzümü dayamış ve sımsıkı sarılmış olarak sayıyorum;
“Bir, iki, üç, dört, beş… Şimdiki üç olacak!..”
Dedemin boynunun kokusu hoşuma gidiyor yine. Çözmüyorum kollarımı.
Galiba dedem de “bu sefer kollarımı çözmeyeceğimi” tahmin etmiyor!..
Şöyle bir kıpırdıyor, kalkmaya yelteniyor; ve eliyle yere dayanıp, galiba biraz da zorlanarak üçüncü sefer için kalkabiliyor…
Ama, işte bu kalkışta bacaklarımın sımsıkı sarışı bozuluyor, ve bütün iş sadece kollarıma kalıyor… Düşeceğim diye korkuyorum… Dedem, sımsıkı sarıldığım boğazından öksürüyor…
Yüklüğün ne kadar uzakta kaldığını anlamak için bakacağım, ama arkaya dönemiyorum… Biraz daha kayıyor ellerim. Düşeceğimi tahmin edip korkuyorum gene…
Odada dedem var, ben varım, ve sessizlik var…
İşte tam o sırada… Yani ben bir üzüm salkımı gibi dedemin sırtına asılmışken, ninemin o meşhur çatal çatal sesi çınlayınca odada; benden önce dedemin irkildiğini hissediyorum ve ellerim kurtuluyor;
“Güümp!..”
…..
Canım acıyor, ama ağlayamıyorum…
Ninem, durumun komikliğini kaçırmayıp, gülüyor odadan çıkarken meşhur “hih hih hih”leriyle…
Canım yanıyor, ama ağlayamıyorum; sağ yanıma, tam popomun üstüne düştüğüm halde, dedemin sırtından…
Canım yanıyor, ama ağlayamıyorum…
Ve dedem, az sonra, namazını bitirdiği pöstekinin üstüne bastırıyor beni… Ve her zamanki gibi sadece kollarımı değil;
Neremi yakalarsa ısırmaya başlıyor!..
…..
Bizi, yine kimseler görmüyor.
Stop
Muammer Erkul
29 Ağustos 2001 Çarşamba