Gaz odası (!)
(Kelem tutan herkese!..)
Hastanenin, bizim grup tarafından buluşma yeri olarak belirlenmesi; o günlerde orada yatan arkadaşımızı bırakın, diğer hastalara dahi büyük bir moral olmuştu.
Ona uygulanan sıcaklık, oda arkadaşlarına da sirayet ettiğinden, koğuşun ısısı tatlı tatlı yükselmişti.
Hal böyle olunca; çekilen acılara rağmen, tebessümlerin suratlarda açılması ve minik kahkahaların kapı önlerinde duyulması kolaylaşmış, sıklaşmıştı…
…..
İki yanında mavi kapılar dizili beyaz koridorun sonunda, ancak birkaç metrekarelik bir bölme vardı ki; pencereden gelen ışık kesilmesin diye camekan biçiminde yapılmış, ve kapısının üst kısmında da “Sigara Odası” yazılmıştı.
Bizim çocuklar hastamızın yanından;
“Gaz odasına (!) giriyoruz” diye ayrılıyorlardı sık sık…
Herhangi biri, bir diğerini sorduğunda da, yine ilk olarak;
“Gaz odasına baktın mı?” lafını duyuyordu…
…..
Buraya kadarını her biriniz yaşamışsınızdır zaman içinde. Ama bizimle aynı koğuşta kalan ve sigara içmediği halde sık sık “gaz odasına” koşan amcadan “her dükkanda” bulunmaz!..
Malûm, hastane psikolojisi; kafalar dalgın…
Adamcağız “gaz odası, gaz odası” diye duyuyor ya, oranın gerçekten gaz odası olduğunu sanmış!..
İnsan bazen bakar göremez, görür okuyamaz, okur anlayamaz ya; işte aynen onun gibi, kapının üstündeki yazı bile oranın esasında ne odası olduğunu anlatamamış ki garibe;
Bir gün çocuklardan biri şöyle dedi:
– Yav şu bizim gaz odası fellâket biçimde pis kokuyor!..
– İyi ya işte, zehirlenin!.. Dedi sigara içmeyenlerden biri…
Siz zaten zehirlenmek için girmiyor musunuz oraya?..
…..
Uzatmayayım, takip sonucu anlaşıldı ki; zaten rahatsızlığı olan zavallı ihtiyara ilaçlar da dokununca sık sık gaz boşaltma ihtiyacı hasıl olmuştu…
Fakat kullandığı ilaçlardan mı, yoksa yediklerinden mi meydana geldiğini anlayamadığımız “özel durum” ise şuydu ki; gerçekten dayanılmaz bir koku yayıyordu havaya!..
Durum “anormal” idi elbette. Ama daha tuhaf olan anormallik ise şuydu ki; hiç kimse uyarmak istemiyordu zavallıyı…
Onu kırmaktan veya utandırmaktan çekinip;
“Bu gaz odası, senin anladığın gibi bir gaz odası değil…
Bütün şişkinliklerini boşaltabileceğin yer, burası değil!..
Burası; içeride bunalanların pencereden başını dışarı çıkartarak hava alabilmeleri için… Ve odalarla koridorlarda uygulanan yasağa uyanların sigara içebilmeleri için hazırlanmış bir odacıktır” diyemiyordu!..
…..
Zaten taburcu oldu birkaç gün sonra adamcağız, ve arkasından da bizim hastamız çıktı. Ama, ne zaman bir “gaz odası” lâfı duysak, gülüşüp dururuz hâlâ…
Şimdi… Henüz “BİRİLERİ”ne hatırlatmadan evvel, önce “KENDİM” şunları iyi bilmeliyim:
…..
Benim önüme küçük bir camekân konmuş…
İşte bu “camdan oda”nın içine giriyorum, ve burada olduğumu diğer insanlar görüyor…
Geçip gidenler çok olduğu gibi, merak edip yanıma gelmeyi seçenler ile, daha önceki konuşmalarımızın devamını getirmek isteyenler olabiliyor…
…..
Hah!..
İşe tam bu noktada iyi düşünmem gerekiyor.
Neyi iyi düşünmem gerekiyor?
Bu camekânın, benim önüme, NİÇİN konduğunu…
Hava alma vaktini benim yanımda geçirenlerin, bu tercihlerinden NE KADAR memnun olduğunu…
Bu cam odanın içine benimle aynı anda girenlere NE koklattığımı, NE hissettirdiğimi…
İYİ DÜŞÜNMEM LAZIM!..
(NOT:)
… Evet, her gün gerçekten iyi düşünmem lazım… Aynen;
Bu gün hangi pozitifi, hangi olumluyu, hangi müspeti; hangi iyiyi, hangi güzeli, hangi doğruyu, hangi hoşu; hangi aydınlığı, hangi ışıltıyı, hangi ferahlığı, hangi cıvıltıyı; hangi sağlıklıyı, hangi lezzetliyi, hangi berrağı, hangi duruyu; hangi yumuşağı, hangi hafifi, hangi ılığı; hangi şefkati, hangi merhameti, hangi metaneti, hangi himayeyi; hangi hoşlanılan, istenilen, arzu edilen ve ihtiyaç duyulanı…
Verebileceğinin, sunabileceğinin, ikram edebileceğinin, hediye edebileceğinin, lütfedebileceğinin, hibe edebileceğinin, bahşedebileceğinin derdinde olup…
Önüne konmuş olan köşesinin;
Kendi hayatının ve aklının çöplüğü, pisliği, hurdalığı, fosseptiği olmadığını idrak edebilen bütün köşe yazarları gibi!..
———————————————————
Dedemden:
Tahterevalli (!)
Hiç kimse “sadece gündüzleri” yaşama şansına sahip değil…
Ama bazıları “karanlıkta” yaşamayı seçecek kadar yanılgı içinde!
Henüz sıcakla tanışmamış buz adamı; “soğuğun…” Soğuk nedir bilmeyen ekvator yerlisi de; “sıcağın” ne olduğunu, ve hangi mânâlara geldiğini bilmez esasında!..
Çünkü balığın, “kıyas” yapabileceği bir “deniz dışı” yoktur kafasında!..
Yani;
İki kolu birden olmayan şeye tahterevalli denilmez!
Ve sen, evlâdım!..
Gözyaşınla ıslanmış mendilleri mütemadiyen sallayıp duruyorsan havada;
Nankörlük ettiğin gülüşlerini çamura batırıyorsun demektir!..
Stop
Muammer Erkul
27 Nisan 2001 Cuma