(Kalem tutan herkese-2)
Babamın bahçesinden üç tane fidan aldım. Köklerin bozulmaması için toprağıyla birlikte sarıp, hafifçe nemlendirdim ve dikkatlice büküp bagaja soktum…
Sözleştiğimiz vakitte Yusuf’la (apartmanımızın görevlisi) beraber, tertemiz biçilmiş çimenin uygun yerlerine derin kuyular kazıp güzelce diktik onları. Tam da fidan dikme zamanıydı…
Bir iki hafta geçti aradan. İki tanesi, minik minik yapraklarla tebessümler atmaya başladı bize.
Fakat üçüncü fidan tutmadı.
“Olsun, dedim. Diğer ikisine şükür…”
Bazen bahçeyle beraber sulanıyordu fidanlar, bazen yağmur ıslatıyordu. Bazen de ben su indiriyordum, dışarı çıkarken. Sanki sadece o iki fidan vardı ilgilenilmesi gereken; ama her birine benim yetişmem imkansızdı.
…..
Bir gün bir de baktım ki;
Arabaların park yerine yakın olan fidanın iki dalından biri ortasından kırılmış!..
Mantığım almadı, aklım kavrayamadı… Ve gerçekten inanamadım buna; NİYE?..
Niye kırılmıştı fidan?
…..
Kökün hemen üstünden ayrılmış iki koldan ibaretti zaten fidan… İşte biri gitmişti… Tam ortadan… Anlamsızca ve ahmakça…
Aslında aklımıza gelmişti; küçük çocukların veya hayvanların zarar vermemesi için etrafına koruyucu tahtalar çaksak mı diye, ama hiç lüzum yoktu. Çünkü fidanın iki gövdesi de iki metreyi buluyordu. Yani hayvanların da, küçük çocukların da çok uğraşmaları gerekirdi ona zarar verebilmeleri için…
Ama işte “BİRİ” gelmişti;
Biri… Aklı başında bilinen, büyük bilinen, erdem sahibi bilinen, eğitimli ve kültürlü bilinen, mantık ve insaf taşıdığı zannedilen biri… Neticede bir “insan” gelmişti ve gözü hizasından kırmıştı fidanı…
Anlayamıyordum ki, NİYE?
Bunu kim yapar diye düşünüyordum hâlâ; gece yarısı dövülerek sokağa atılan bir koca, belki!.. Belki de, gecenin köründe kendine barınacak bir kapı bulamayan pasaportsuz bir yabancı, belki!.. Doğmadan evvel sahipsiz kalmış ve sonra da yine sahipsiz büyümüş biri, belki!..
Kim yapar bunu ve NEDEN?
Babama söyledim, havuzun kenarında köklendirdiği ekmek ayvası fidanlarını göstererek dedi ki;
– Olsun… Bak orda başkaları da var… Götür ve yeniden dik!..
…..
Tamam da, bu kadar basit değil işte!..
Niye basit değil?
Şunun için:
Bir fidan öyle “cort” diye fırlamıyor ortaya!.. Onlarca mevsim geçiyor üstünden, yüzlerce gün yağmur yağıyor üstüne, güneş binlerce kere okşuyor onun saçını yaprağını sevgiyle ve ay fısıldıyor kulağına;
“Hadi!.. hadi biraz daha!.. Hadi, az daha gayret!..” diyerek.
…..
Yıllar geçiyor; iki yıl, üç yıl, beş yıl… O fidanın boyu iki metreyi aşıyor.
Ve bir gece, bir İNSAN geliyor…
Ve bir gece, bir İNSAN, fidanımı…
Ve bir gece bir İNSAN, bu ülkenin bir fidanını kırıyor orta yerinden!..
Diyorum ki;
KEŞKE BUNU KIRAN BİR İNSAN OLMASAYDI!..
Ama yılmıyorum ve fidanım da yılmıyor…
Yirmi katlı binamızın ortalarından, açıp açıp pencereyi bakıyorum… Yeşil yeşil yapraklarını görüyorum ışıl ışıl, zümrüt gibi… Dışarı çıkarken boş bir kola şişesi arıyor gözlerim. Bulursam hemen dolduruyor, bulamazsam su kaçırmayan bir naylon torbayla su taşıyorum köküne…
İnanın… İnanın bir bebek gibi gülümsüyor fidanım!..
…..
Yılmıyorum ve fidanım yılmıyor…
Uzun kolda, bir el gibi büyüyor yapraklar… Kırık taraftaysa küçük küçük pütürler beliriyor, sivrilen uçlarda renkler ve sonra şekiller netleşiyor. Yani püskül püskül moral bulup, tamire çabalıyor kendini, fidanım…
Bakışıp göz göze, gülüşüyoruz!..
Geçen hafta sonu…
Tam hareket edip gaza bastığım an gördüm onu ve neredeyse duran arabalara çarpacaktım;
Bir insan…
Evet bir İNSAN gelmiş…
Öbür kolunu da kırmış fidanımın…
NİYEEEEE?..
…..
Yanına koştum ve gördüm ki; AĞLIYORDU!..
…..
Kulağım duymasa da yüreğim duyuyordu onun sesin; “söylediklerini” her ne kadar yazamasam da burda!..
VE SEN!..
HEY, SEN;
Kadın mısın, erkek mi; yazar mısın, çizer mi; gazeteci misin, televizyoncu mu; akıllı mısın, akılsız mı olduğunu benim ne burda ne de başka bir yerde söyleyemeyeceğim…
… ama senin, elbette KENDİNİN KİM OLDUĞUNU BİLDİĞİN kişi!..
Ne olur…
Lütfen…
Yalvarıyorum…
Allah rızası için;
KIRMA FİDANLARIMI!..
Yedi yıla yakın zamandır hep aynı, hep aynı, hep aynı pencereden göstermeye çabalıyoruz her şeyi ki, BİRAZCIK DAHA POZİTİF bakış açıları yeşersin diye… Öyle oluyor ki; zaman içinde yetmiş kere söylüyor ve yazıyoruz aynı konuyu farklı farklı hikâyelere sararak, bir kâğıtlı şeker gibi!…
…..
Yapma ne olur;
Ne olur iyi bir şeyler söyle!.. Ne olur kendi çukurlarından çık da birazcık; senin gözüne bakanları düşün!..
İnsanların senden aldığı elektriğin artı mı, yoksa eksi mi olduğunu düşün!..
…..
Yapma ne olur!
Bahçıvanın olayım;
Sabahları seni mutlu edecek dikensiz güller yetiştireyim…
Kölen, hizmetçin olayım;
Emret, istediğin gibi yazılar yazayım senin adına…
Muhafızın olayım;
Seni üzen, sinirlendirenlerin kafasını kırayım da sen, sadece sen mutlu ol…
…..
Ki, yedi sene boyunca… Bitkisel hayattan, sapasağlam ayağa kaldırılan… Ama on dakikada dolgusu yapılacak minik bir çürük yüzünden gidilen dişçi gibi;
Benim hastalarıma… Neticede, bu ülkenin insanlarına “tedavi kabul etmez virüsler” bulaştırma…
Hem de elinde böyle büyük bir imkan, doğuştan sana bahşedilmiş büyük bir kabiliyet ve peşinden gelen binlerce insan varken…
…..
Lütfen!..
Stop
Muammer Erkul
08 Mayıs 2001 Salı