Varsay ki azgın bir köpek çiftliklerden birinden kaçtı ve vurdu köyün yoluna… Bir taraftan girip öbür taraftan çıkacaktı belki de..
Ama tam o sırada sen, evdeki tartışmayı yarım bırakıp, kızgınlıkla dışarı çıkmıştın…
…..
Başka bir gün olsaydı, ağzında hırıltılarla koşan köpeğin yolundan çekilirdin elbette. Ama o gün, belki de kızgınlığını ondan çıkarmak için hayvanın üzerine gittin…
Ve olanlar oldu!..
Şimdi sen, boşu boşuna köpeğe kızma; köyü boydan boya geçerken ısırdığı tek kişi sen olduğun için…
Kendine de öfkelenme ısırıldığın için…
…..
Ya ne yap?
Dön ve geriye bak?..
Seni yola atan sebep neydi? Ve yolda önüne bakmamanı sağlayan?..
…..
İster misin, birkaç kocaman soru daha?..
Hadi, bil bakalım şunların da cevaplarını: O dişler NİYE birini ısıracaktı?.. Sen, NİÇİN bir dişe ısırılacaktın?..
Şu an görebiliyor musun; o gün sokağa çıkmazdan az önceki kendini?..
Ve ona “ben” diyebiliyor musun?..
Köpek de şimdiki seni ısırmadı ki zaten;
O günkü adamı ısırdı!..
…..
Anlaşıldı mı, bilmiyorum…
Umarım hissetmişsinizdir, benim dilim izaha muktedir olamadıysa bile…
Anlatmaya çalıştığım şudur evladım;
Şimdi bak, burda kaç kişisiniz!..
Bir kişi az da olsaydınız veya bir kişi daha fazla olsaydı, hiçbir şey değişmeyecekti burada… Dikkat edin sözlerime; yani ben daha çok bağırmayacaktım… Bu ağaç daha çok gölge vermeyecekti… Burada değişen bir şey olmayacaktı…
Değişiklik; sayıyı bir kişi azaltan, veya bir kişi çoğaltan kişinin “kendinde” olacaktı asıl…
Burda bir meclis kurmuş ve sohbet sermişiz ağacın gölgesine…
…..
Biri dahi… Bir zamanlar… Doğru fidanı, doğru toprağa soktuğu… Ve onunla yeterince ilgilendiği için; dikmiş olduğu ağacın işte şu gölgesiyle iştirak edebiliyor “sofra”mıza!..
…..
Ve şu an aldıklarımız, bizi besleyecek gıdalar ise, ki inşallah öyledir; her birimizin burada bulunmasını sağlayan bir sebep vardır, genelde bilmediğimiz!..
Belki bir hayırdır bu, belki alınmış bir dua veya verilmiş bir tebessüm; bizden veya kim bilir kaçıncı dedemizden… Hatta doğacak bir bebektir belki, bizim neslimizden!..
…..
Mühim olan; elbette şu an burda bulunmakta oluşumuzdur, konuşan veya dinleyen olarak; cisim olarak veya diktiği ağacın gölgesi olarak!..
Biz, doğru yerde olmayı arzu ederiz elbette; doğru zamanlarda…
Doğru yer burasıdır şimdi, değil mi cânlar?..
Peki ya doğru zaman?..
Doğru zaman?..
Doğru zaman ise; bir fidanın, usulca toprağa sokulmasıyla başlamıştır!..
Köpek “bizi” ısırmadı aslında;
Biz, kapıdan çıkmadan önceki hâlimiz tarafından ısırttırıldık (!)
Biz; kapıdan çıkarken… Hatta kapıdan çıkmadan evvel ısırılmıştık!..
Ama biz, farkında bile değildik henüz ısırılmış olduğumuzun; kanlarımız akarak, kendimizi, koşan bir kuduz hayvanın ağzındaki keskin dişlere doğru götürürken!
…..
Hâlimiz;
Aahhhvâlimiz!..
Keşke ısırılmadan “önce” düşünmeyi öğrenebilseydik; bir adım ilerisini ve bir adım gerisini!..
Kim gibi?..
Kendi yarınının bile yarınlarını görebildiği için; şu toprağa bu ağacı dikmeyi ve gölgesine serilecek sohbet sofralarından faydalanmayı düşünen akıllı kişi gibi!..
…..
Öyle değil mi?..
Şimdi sadece bana bakıyordu…
Yüzüme doğru yaklaştırıp yüzünü, tekrarladı:
– Öyle değil mi, paşaa?..
O kadar kopmuştum ki dünyadan… Sözlerini anlamaya ve anlamasam bile ezberlemeye o kadar konsantre olmuştum ki, cevap vermek aklıma bile gelmiyordu!..
Neden sonra, başımı salladım ve;
“- Hı hıı!.. Dedim. Öyle dede, evet öyle…”
Ardından aklıma geldi ve dedemin bu sözleri asıl anlatmış olduğu sağımda ve solumda oturan amcalara baktım;
Onlar hâlâ sessiz ve kıpırtısız bir şekilde dedemin suratına bakıyorlardı…
Biliyordum, onlar da epey zaman sonra ve kademe kademe anlayacaklardı dedemin söylediklerini.
Çünkü ben de hep bu şekilde anlıyordum!..
Stop
Muammer Erkul
09 Mayıs 2001 Çarşamba