BURDA”yız, çünkü yolumuzun çatallarında “O” tercihleri yapmıştık…
Yolumuzdaki çatallarda “ŞU” tercihleri yapıyor olduğumuz içinse “ORDA” olacağımızı umuyoruz!..
Okulun ilk yıllarından itibaren o kadar çok duydum ki;
“Senin gibi resim yapsam… (veya) Senin gibi yazı yazsam başka hiçbir şey istemem”, yalanını…
Söyleyenler inanıyor muydu bilmiyorum, ama ben hiçbir zaman inanmadım…
Şimdi ise, şu “yanlış”ları duymaktayım: “…halbuki sen ne kadar şanslısın, çünkü hep sevgi dolu yürekler var yanıbaşında…”
Belki bir kelime fazla, belki üç harf eksik ifade ettim, ama bazı insanlardaki “saplantı”; bir başkalarını kendisinden “şanslı” olduğunu zannetmek…
…..
Bense şunu diyorum:
“Onda belki biraz şans da vardı… Ama biliyorum ki, ben de; falan zaman şöyle bir karar verdiğim için, filan tarihte bu yola saptığım için geldim buraya!..”
El ele yürüyorduk. Yol ikiye ayrıldı… Ben; bu taraftan yürümemizi istedim, arkadaşımsa diğer tarafı tercih etti.
“-Öyleyse ayrılalım. Her ikimiz de yolun biraz ilerisini gördüğümüzde bağırıp uyarırız birbirimizi” diye kararlaştırdık.
Benim yolum biraz yokuşla başladı, sırtımda da erzak ve malzeme çantam olduğundan, terledim de… Arkadaşımın sesini duydum:
“-Yolum çok güzeel, uzayıp gidiyoor…”
Az sonra bir düzlükte sırt çantamı yere koydum. Büyük bir ağacın gövdesine sırtımı dayayıp dinlenirken farkettim ki, arkadaşımın gittiği istikamet hiç de iç açıcı değil. Endişe içinde, sesimin yettiğince bağırdım:
“-Burdan görülüyor, yolunun ilerisi kupkuru bir çöle benziyoor… Hadi geri dön, birazdan bana yetişirsiiin…”
“-Birkaç kuru kafa ben de gördüm yolumun kenarında, ama sana inanmıyorum… Yolun yokuş olduğu için beni kıskanıyor ve dümdüz yolumdan çevirmeye çalışıyorsun!..”
Günler sonra, iki arkadaştan birincisi şöyle düşünüyor:
“İyi ki, yolumun başında yokuş olması gözümü korkutmamış. O zavallıyı uyarmıştım ama, beni dinlemedi. Yolunu kaybetti galiba…”
İkinci de diyor ki:
“-Ben, kızgın çöllerin içindeki bir zavallıyım…
Halbuki o arkadaşım ne kadar şanslı. Asırlık bir ormanın mis gibi havasını soluyup, yeşil ağaçlarının derin gölgelerinde serin sulardan içiyor…”
…..
(İkisi de haklı mı sizce?..
En azından “haklılık oranları” aynı mı?..)
—————————————————–
Sen hangisisin?
Askerdeki delikanlıya nişanlısından bir zarf geliyor. İçinde nişan yüzüğü ve bir not var:
“Nişanı bozdum. Sendeki resmimi hemen bana gönder!..”
Çocuk şoklarda… Ama içinde de altta kalmama arzusu var… Arkadaşlarından, etraftan, sağdan, soldan ne kadar yüzüne bakılmaz derecede çirkin kadın-kız resmi bulduysa bir zarfa dolduruyor, ve şu notla eski nişanlısına gönderiyor:
“Kusura bakma, ama bunlardan hangisi olduğunu bir türlü çıkaramıyorum. Sen kendi resmini bul, kalanlarını bana geri gönder!..”
Stop
Muammer Erkul
27 Ağustos 2001 Pazartesi